Bir gün içimden gittin anladım. Nereye gittiğin değildi önemli olan... Kiminle gittiğin hangi havayı soluduğun hangi şehrin hangi sokağında yürüdüğün önemli değildi. Sen içimden gitmiştin... İçimde ne varsa bana ait seninle gitmişti.
Renklerim ruhumdaki yaz güneşim gitmişti.
“Bana kalan
Beni kalansız bölen bu şehir.
Ah! bu şehir yalan şehir”
demek isterdim; ama yalan olan sendin. Benim yarattığım inanmak için yıllarımı harcadığım kocaman bir yalandın sen. Gerçek olduğunu gördüm. Sen gittin...
Aslında içimden giden sevgili değildi. Ben sadece yalanıma inanmıştım. O gerçekti... Aşk bitmişti. Düşünüyorum da acaba aşk ruhumuzun derinliklerinde yaratılan koca bir yalan mı? Şiirde müzikte ya da sözde nerede aşk varsa orada bir de yalan yok mu? Aşk ve yalan güzel ile çirkin iyi ile kötü gibi birbirini besleyen değiştiren ve dönüştüren; biri olmadan diğeri varolamayan ya da anlamsız kalan evrimin temel dinamiklerinden ikisi olabilir mi? Ya da aşk yalana sesdeş mi? “Seni seviyorum” derken aslında içimizde yarattığımız en güzel yalana övgüler mi düzüyor kendimize olan hayranlığımızı mı dile getiriyoruz?
“Bir gün içimden gittin anladım.”
Aşk uydurduğumuz en güzel yalan! Ve aşk yalan varsa aşktı.
İnsanın doğasında var. Doğrular ne kadar da az cezbeder bizi. Yasaklı ya da yanlış ne varsa yaptıklarımız hanesine yazmak isteriz. Durduralamaz bir dürtüdür bu. Yalanı bazen istem dışı kullanırız. Söyleyen biz değilizdir ama söyleten ta kendimizdir.
İçimizdeki yasaklı kimliktir O:
Mülkiyet duygusu ve egosu olağanüstü gelişmiş; ihtiraslı doyumsuz ve aşka her zaman hazır. Pembedir mavidir ve daha çok kırmızı. Cıvıl cıvıldır yerinde duramaz. Yaz gibidir: Islak ve sıcak. Zaafları vardır yasak ve güzel olan herşeye. O cennetteki en güzel meyveyi tadan ilk ihaneti gerçekleştirendir. Kısacası O yaşayan tarafımızdır. En güzel anılarımız en heyecanlı anlarımızdır...
Bir gün içimden gittin anladım. Nereye ve neden gittiğin değildi önemli olan... Kiminle gittiğin hangi havayı soluduğun hangi şehrin hangi sokağında yürüdüğün önemli değildi. Sen içimden gitmiştin... İçimde ne varsa bana ait seninle gitmişti.
Renklerim ruhumdaki yaz güneşim gitmişti.
Renklerim ruhumdaki yaz güneşim gitmişti.
“Bana kalan
Beni kalansız bölen bu şehir.
Ah! bu şehir yalan şehir”
demek isterdim; ama yalan olan sendin. Benim yarattığım inanmak için yıllarımı harcadığım kocaman bir yalandın sen. Gerçek olduğunu gördüm. Sen gittin...
Aslında içimden giden sevgili değildi. Ben sadece yalanıma inanmıştım. O gerçekti... Aşk bitmişti. Düşünüyorum da acaba aşk ruhumuzun derinliklerinde yaratılan koca bir yalan mı? Şiirde müzikte ya da sözde nerede aşk varsa orada bir de yalan yok mu? Aşk ve yalan güzel ile çirkin iyi ile kötü gibi birbirini besleyen değiştiren ve dönüştüren; biri olmadan diğeri varolamayan ya da anlamsız kalan evrimin temel dinamiklerinden ikisi olabilir mi? Ya da aşk yalana sesdeş mi? “Seni seviyorum” derken aslında içimizde yarattığımız en güzel yalana övgüler mi düzüyor kendimize olan hayranlığımızı mı dile getiriyoruz?
“Bir gün içimden gittin anladım.”
Aşk uydurduğumuz en güzel yalan! Ve aşk yalan varsa aşktı.
İnsanın doğasında var. Doğrular ne kadar da az cezbeder bizi. Yasaklı ya da yanlış ne varsa yaptıklarımız hanesine yazmak isteriz. Durduralamaz bir dürtüdür bu. Yalanı bazen istem dışı kullanırız. Söyleyen biz değilizdir ama söyleten ta kendimizdir.
İçimizdeki yasaklı kimliktir O:
Mülkiyet duygusu ve egosu olağanüstü gelişmiş; ihtiraslı doyumsuz ve aşka her zaman hazır. Pembedir mavidir ve daha çok kırmızı. Cıvıl cıvıldır yerinde duramaz. Yaz gibidir: Islak ve sıcak. Zaafları vardır yasak ve güzel olan herşeye. O cennetteki en güzel meyveyi tadan ilk ihaneti gerçekleştirendir. Kısacası O yaşayan tarafımızdır. En güzel anılarımız en heyecanlı anlarımızdır...
Bir gün içimden gittin anladım. Nereye ve neden gittiğin değildi önemli olan... Kiminle gittiğin hangi havayı soluduğun hangi şehrin hangi sokağında yürüdüğün önemli değildi. Sen içimden gitmiştin... İçimde ne varsa bana ait seninle gitmişti.
Renklerim ruhumdaki yaz güneşim gitmişti.