Dr. Muhammed Bozdağ
Sıklıkla karşılaştığım sorulardan birisi şudur: “Bir gelişim kitabı okuyunca müthiş motive oluyorum; heyecanla harekete geçiyorum, ama kısa süre içerisinde heyecanım sönüyor ve cesaretimi yitiriyorum; kararımı istikrarlı sürdüremiyorum. Ne yapmalıyım?”
Siz de böyle bir durumla karşılaşıyor musunuz? Bu durum yıllar boyunca benim de sorunumdu. Hatta şimdi bile, hayatımda yeni bir tarza girişmeye karar verdiğimde, başlangıçta bu takılmayı kısmen yaşarım. Nedir bu sorun ve nasıl çözebiliriz?
Doğrudur. İyi bir motivasyon kitabı okurken, rahatlayabilirsiniz. Eserin olumlayıcı önermeleri derin bilincinize iner; size “yapabilirsiniz” denir ve o anda yapabileceğinize inanırsınız. Kısa süre sonra, mantıklı bilincinizin hükmettiği alana geri dönersiniz ve gerçekleriniz size durumun farklı olduğunu haykırır.
Uyanık bilincimizle neye karar verirsek verelim, her zaman derin bilincimizde oluşmuş inançlarımızın baskısı altında yaşarız. Ruhsal Zeka’nın inanma gücü bölümünde bu sistemi anlattım.
İnançlarımız, yıllarımıza yayılan deneyimlerimiz sonucu yerleştiler. Biz ne olduğumuza inanmışsak, her adımımızda o inanç hükmünü icra edecek, ya gücümüzü katlayacak, ya da içimizden güçlü frenler oluşturacaktır. Aklımız, “cesurum” dese de, derin bilinç, “korkaksın, adımına dikkat et” diyecek. “Başarırım” deseniz de, derinden, “bunca başarısızlık deneyimin aksini söylüyor, geri çekil” telkininde bulunacaktır.
Eğer, iyi bir geçmişle, güçlendirici inançlar geliştirmişsek, ne mutlu bize. Cesur, güçlü, sempatik, sorumlu, bilinçli, dirençli, planlı olduğuna inanan, aklının ve kalbinin bu vasıflarla çalışmasını desteklediğini görecektir. Aksi ise, içerden temizliklere girişmediğimiz sürece bir ömür, patinaj yapmak ve frenlere basılıyken gaza basmak gibi kıvranma halinde geçecektir.
Ben şahsen geçmişinden gelen frenleri çok fazla olan bir insanım. Maddi yokluklar, hakaretler, haksızlık ve adaletsizlikler, yalnızlık ve korku tüm çocukluğumu doldurmuştu. Derin bilincimden bu virüsleri temizleme sürecim kolay olmadı; ama mümkün olduğunu gördüm. Siz daha da iyisini başarabilirsiniz.
Bu yolda bir dizi çalışma yapabilirsiniz. Tüm vücudunuzu iyice gevşetip rahatlattığınızda, derin bilincinize yaklaşmış olursunuz. Ne kadar rahatsanız o kadar derinde olursunuz. Hayalinizde yıllar önceki sizi izleyip, yaşadığı olumsuz deneyimleri yeniden yapılandırmayı ve geçmişteki sizin aracılığıyla derin bilincinizi ikna etmeyi deneyebilirsiniz. Oradaki size, o olayların geçmişte kaldığını, artık güçlü olduğunuzu, oradaki sizi belli vasıfları nedeniyle sevdiğinizi, önemseyip takdir ettiğinizi söyleyebilir; aynı onayları başkalarına da söyletebilirsiniz. NLP’nin bu türden frenleri gidermekte işe yarayabilir teknikler ürettiğini düşünüyorum.
İçimizdeki bu türden frenlerin etkisini azaltmak, otomatik olarak irademize hükmetme becerisini doğurmaz. Bu ülkede irade zafiyetinin yaygınlığının, aileden, toplumdan, yaşama biçimimizden ve siyasal söylemden kaynaklanabilen pek çok nedeni vardır. İçinde yaşadığınız bu sistem sizi bazı ahlaki zafiyetlere zorlayabilir.
İradeyi çökerten bu zafiyetler neler olabilir diyor musunuz?
-İki yüzlülük:
Sevmediğimiz halde, çıkar umduğumuz bir insana takdir sunar mıyız? Hoşlanmadığımız bir kişiye hoş görünmeye çalışır mıyız? Hoşlanmadığımız kişiye nefretimizi haykırmamız gerekmez, ama hoş görünmek zorunda da değiliz. İki yüzlü olmayan, içinde sempati duymuyorsa, nötr (tarafsız-duygusuz) davranabilir. İki yüzlülük, derin bilincimizin karar mekanizmasını çökertir. Derinden, “bunu sevmiyorsun” diyen iradeye “seviyorum” tutumuyla karşılık verince, iradeniz dev bir darbe yiyecektir. Eskiden sevmediğiniz bir varlığı-olguyu artık sevmeye karar vermişseniz, gerekçelerinizi sıralayarak derin bilincinizi ikna edebilirsiniz. İçimiz ya her zaman dışımıza uymalı; ya da uygun değilse, dışımıza içimizin zıddı yerine tarafsız durumunu koymalıyız.
-Yalancılık:
İstikrarsızlığı ve iradesizliği derin bilincimizin otomatik tutumuna dönüştüren diğer tehlikeli alışkanlık da yalancılıktır. Tıpkı ikiyüzlülükteki gibi, vicdanınızın söyledikleri, dilinizin beyan ettikleriyle çatışır. Diliniz ne derse desin, vicdanınız, gerçekleri gözlerinizden ve vücut dilinizden dışarıya fışkırtmaya çalışır. Anlayan belki anlar; ama siz içinizdeki iki kimliğinizi birbiriyle savaştırmanın bedelini, vicdan azabı ve içsel gerilim halinde yaşarsınız. Derin bilinciniz bu acıyı daha fazla çekmenize izin vermez ve kısa süre içerisinde, kararını yerine getiremeyen, güçsüz, plansız ve programsız bir insana dönüşürsünüz.
Her zamanda ve şartta ağır bedeller göğüsleyerek doğru söylemek zorunda değilsiniz. Ama, ilkemiz şu olmalıdır: “Ya doğru söyle, ya da sus.”
-Sözünde durmama:
Hepimiz zaman zaman kendimize veya başkalarına verdiğimiz sözü tutmamış veya karar değiştirmiş olabiliriz. Belli bir konuda karar vereceğimizde, tahmin edebildiğimiz muhtemel olumlu ve olumsuz sonuçları hızla zihnimizden geçiririz. Sonuçları hayali bir terazide tartarız ve göğüslemek isteğimiz sonuca gideceğini sandığımız yönde karar veririz.
Eğer net düşünemiyor, sonuçları yeterince somut göremiyorsak, bilgimiz eksikse, kısa süre sonra yeni bilgileri ve farklı sonuç ihtimallerini dikkate alarak karar değiştiririz. Bir insan eyleme geçtiğinde yüzleştiği zorluğu karar anında dikkate almamışsa, ilk adımda kararından vazgeçebilir. Dolayısıyla, insan ne kadar bilinçli ve detaylı düşünerek karar vermişse, sözünü tutabilme ihtimali o kadar yüksek olacaktır.
İçeriği net olmayan, kesin ve keskin analizlere bağlı olarak varılmayan her karar, yakın gelecekte saldırıya uğrayıp değişecektir. Böylece insan sözünde duramayacak, durmamayı seçecek ve bedelini irade gücünün gövdesine birkaç balta savurmakla ödeyecektir.
Bir insanın iradesini iyice zayıflatması için on kez sözünden cayması yeter. Derin bilinci, sözünde durmayan bir insan olduğuna ikna olduktan sonrası kötüdür. Artık karar verse de, içinden, “sen sözünde durmuyorsun, bunu da tutma, küçük bir çıkar farklılığı için sözünü terk et. “Söz verdin diye böyle bir bedel ödemene gerek yok” diyecektir. Bu iç telkinlere uzun süre direnmek her yiğidin harcı değildir.
-Vücut kimyasının bozulması:
Vücut kimyamızın irademiz üzerinde büyük etkisi vardır. Gereğinden fazla veya az veya zamansız ve düzensiz uyku sinir enerjimizi tüketir. Düzenli spor yapmamak kas gücünü zayıflatarak vücuttaki toksik birikimleri hızlandırır. Sürekli stres de çok önemli kimyasal maddelerin azalmasına yol açar.
Bu şartlardaki kişi hele bir de C ve B grubu vitaminleri eksik alıyor, demir ve çinko kaybına uğruyorsa, iç dünyası büyük bir gerilim yaşar. Bedeni sırtına çöken kamyon boyutunda kaplumbağa kabuğu gibidir. Bu şartlarda istikrarlı irade gösteremezsiniz.
Bir kitap okudunuz, heyecanlandınız ve karar vererek geleceğe yöneldiniz. Yukarıdaki sorunlarla savaşmaksızın kimsenin size yardımcı olabileceğini sanmıyorum. Bu temel tutumlar üzerinde çalışmazsanız, her teknik sonuçsuz kalacaktır.
Benim kitaplarımda yapmaya çalıştığım, okuyucuların inanç düzlemlerine inmeye ve yüksek değerlerini bu düzeyde kendilerine hissettirmeye çalışmak olmuştur. Bir insan kendi değerini fark edip öz saygısını güçlendirebilirse, öz yüksekliğini algılamak için başkasını aşağılamak ihtiyacına düşmez. Eğer, ilahi kudretle de bağını sağlam kurup özgüvenini besleyebildiyse, kimseyi kıskanma ihtiyacı hissetmez.
Böyle olduğu için, kişisel gelişim her zaman manevi gelişimle yan yana sürdürülmelidir. Bir insan, erdem değerlerini geliştirmeksizin kişisel gelişime dalarsa, ağır bedellerden kurtulması zordur. Büyük ihtimalle bireyselleşir, yalnızlaşır, rekabetçiliğe kapılır, büyüklenir; çılgınca kazanmak ve yükselmekten başka bir derdi kalmaz.
O zaman da, mağaradaki hazineye ulaşan, ama mağaranın çöküşüyle içeride hapsolan korsanların durumuna düşebilir. Büyük bir şeyi bulduğunu sandığı noktada, en büyük değerleri yitirdiğini görebilir.
Ben bir gelişim yazarı olarak, önce kendi manevi gelişim yolculuğuma odaklanıyorum. Bir yandan geçmişimin üzerimdeki frenleyici baskısını temizlemeye çalışıyorum. Bunun için affetmeyi kullanıyorum. İçtenlikle affettiğim her vakanın zincirleri ruhumdan siliniyor. Affedilmeyecek bir durumsa, ilahi adalete havale ederek siliyorum. Sonra, kendi hatalarımdan kaynaklanan vicdan azaplarımı da içten tövbeyle temizliyorum. Batılılar, buna “kendini affetme” diyorlar.
İkinci adımda, en önemlilerini yukarıda sıraladığım ahlaki değerleri içselleştirmeye ve yaşama şeklimi denetleme girişiyorum. Sıklıkla kendimi gözlemliyor, gıybet, dedikodu, kıskançlık yaşadığımda derhal baştan alıyorum.
Üçüncü adımda ise, irademi güçlendirecek ek eylemlere girişiyorum. Çevremi, amaçlarımı destekleyecek sembollerle dolduruyorum. Resimler, yazılar, bilgisayar, mektuplar, kitaplar gözlerimin önünde oldukça, onlarla ilişkili hedeflerimden kopamam, oyalanamam. Yapacaklarımı her sabah yazıyorum ve gün boyu amaçlarımı, misyonumu hatırlamaya çalışıyorum. Her günüme, bir ömür ve belki de son günüm gözüyle bakıyorum. Hayata Sonsuzluk Yolculuğu kitabında anlattığım pencereden bakınca da, basit oyalanmalar ve küçük sorunlar gözlerimin önünde iyice küçülüyor.
İnsan, yeryüzünün gördüğü en muhteşem ilahi sanat eseridir. Yaradan eserleri arasında ayırım yapmaz. Herkes aynı iki insanın neslindendir. Büyük şairin küçük şiiri olmaz.
Mevlâna şöyle der: “Karınca Süleymanlık dilerse, hor görme, himmetine bak.” Demek ki herkesin büyüklüğü, gayretiyle orantılı olacaktır.
Sıklıkla karşılaştığım sorulardan birisi şudur: “Bir gelişim kitabı okuyunca müthiş motive oluyorum; heyecanla harekete geçiyorum, ama kısa süre içerisinde heyecanım sönüyor ve cesaretimi yitiriyorum; kararımı istikrarlı sürdüremiyorum. Ne yapmalıyım?”
Siz de böyle bir durumla karşılaşıyor musunuz? Bu durum yıllar boyunca benim de sorunumdu. Hatta şimdi bile, hayatımda yeni bir tarza girişmeye karar verdiğimde, başlangıçta bu takılmayı kısmen yaşarım. Nedir bu sorun ve nasıl çözebiliriz?
Doğrudur. İyi bir motivasyon kitabı okurken, rahatlayabilirsiniz. Eserin olumlayıcı önermeleri derin bilincinize iner; size “yapabilirsiniz” denir ve o anda yapabileceğinize inanırsınız. Kısa süre sonra, mantıklı bilincinizin hükmettiği alana geri dönersiniz ve gerçekleriniz size durumun farklı olduğunu haykırır.
Uyanık bilincimizle neye karar verirsek verelim, her zaman derin bilincimizde oluşmuş inançlarımızın baskısı altında yaşarız. Ruhsal Zeka’nın inanma gücü bölümünde bu sistemi anlattım.
İnançlarımız, yıllarımıza yayılan deneyimlerimiz sonucu yerleştiler. Biz ne olduğumuza inanmışsak, her adımımızda o inanç hükmünü icra edecek, ya gücümüzü katlayacak, ya da içimizden güçlü frenler oluşturacaktır. Aklımız, “cesurum” dese de, derin bilinç, “korkaksın, adımına dikkat et” diyecek. “Başarırım” deseniz de, derinden, “bunca başarısızlık deneyimin aksini söylüyor, geri çekil” telkininde bulunacaktır.
Eğer, iyi bir geçmişle, güçlendirici inançlar geliştirmişsek, ne mutlu bize. Cesur, güçlü, sempatik, sorumlu, bilinçli, dirençli, planlı olduğuna inanan, aklının ve kalbinin bu vasıflarla çalışmasını desteklediğini görecektir. Aksi ise, içerden temizliklere girişmediğimiz sürece bir ömür, patinaj yapmak ve frenlere basılıyken gaza basmak gibi kıvranma halinde geçecektir.
Ben şahsen geçmişinden gelen frenleri çok fazla olan bir insanım. Maddi yokluklar, hakaretler, haksızlık ve adaletsizlikler, yalnızlık ve korku tüm çocukluğumu doldurmuştu. Derin bilincimden bu virüsleri temizleme sürecim kolay olmadı; ama mümkün olduğunu gördüm. Siz daha da iyisini başarabilirsiniz.
Bu yolda bir dizi çalışma yapabilirsiniz. Tüm vücudunuzu iyice gevşetip rahatlattığınızda, derin bilincinize yaklaşmış olursunuz. Ne kadar rahatsanız o kadar derinde olursunuz. Hayalinizde yıllar önceki sizi izleyip, yaşadığı olumsuz deneyimleri yeniden yapılandırmayı ve geçmişteki sizin aracılığıyla derin bilincinizi ikna etmeyi deneyebilirsiniz. Oradaki size, o olayların geçmişte kaldığını, artık güçlü olduğunuzu, oradaki sizi belli vasıfları nedeniyle sevdiğinizi, önemseyip takdir ettiğinizi söyleyebilir; aynı onayları başkalarına da söyletebilirsiniz. NLP’nin bu türden frenleri gidermekte işe yarayabilir teknikler ürettiğini düşünüyorum.
İçimizdeki bu türden frenlerin etkisini azaltmak, otomatik olarak irademize hükmetme becerisini doğurmaz. Bu ülkede irade zafiyetinin yaygınlığının, aileden, toplumdan, yaşama biçimimizden ve siyasal söylemden kaynaklanabilen pek çok nedeni vardır. İçinde yaşadığınız bu sistem sizi bazı ahlaki zafiyetlere zorlayabilir.
İradeyi çökerten bu zafiyetler neler olabilir diyor musunuz?
-İki yüzlülük:
Sevmediğimiz halde, çıkar umduğumuz bir insana takdir sunar mıyız? Hoşlanmadığımız bir kişiye hoş görünmeye çalışır mıyız? Hoşlanmadığımız kişiye nefretimizi haykırmamız gerekmez, ama hoş görünmek zorunda da değiliz. İki yüzlü olmayan, içinde sempati duymuyorsa, nötr (tarafsız-duygusuz) davranabilir. İki yüzlülük, derin bilincimizin karar mekanizmasını çökertir. Derinden, “bunu sevmiyorsun” diyen iradeye “seviyorum” tutumuyla karşılık verince, iradeniz dev bir darbe yiyecektir. Eskiden sevmediğiniz bir varlığı-olguyu artık sevmeye karar vermişseniz, gerekçelerinizi sıralayarak derin bilincinizi ikna edebilirsiniz. İçimiz ya her zaman dışımıza uymalı; ya da uygun değilse, dışımıza içimizin zıddı yerine tarafsız durumunu koymalıyız.
-Yalancılık:
İstikrarsızlığı ve iradesizliği derin bilincimizin otomatik tutumuna dönüştüren diğer tehlikeli alışkanlık da yalancılıktır. Tıpkı ikiyüzlülükteki gibi, vicdanınızın söyledikleri, dilinizin beyan ettikleriyle çatışır. Diliniz ne derse desin, vicdanınız, gerçekleri gözlerinizden ve vücut dilinizden dışarıya fışkırtmaya çalışır. Anlayan belki anlar; ama siz içinizdeki iki kimliğinizi birbiriyle savaştırmanın bedelini, vicdan azabı ve içsel gerilim halinde yaşarsınız. Derin bilinciniz bu acıyı daha fazla çekmenize izin vermez ve kısa süre içerisinde, kararını yerine getiremeyen, güçsüz, plansız ve programsız bir insana dönüşürsünüz.
Her zamanda ve şartta ağır bedeller göğüsleyerek doğru söylemek zorunda değilsiniz. Ama, ilkemiz şu olmalıdır: “Ya doğru söyle, ya da sus.”
-Sözünde durmama:
Hepimiz zaman zaman kendimize veya başkalarına verdiğimiz sözü tutmamış veya karar değiştirmiş olabiliriz. Belli bir konuda karar vereceğimizde, tahmin edebildiğimiz muhtemel olumlu ve olumsuz sonuçları hızla zihnimizden geçiririz. Sonuçları hayali bir terazide tartarız ve göğüslemek isteğimiz sonuca gideceğini sandığımız yönde karar veririz.
Eğer net düşünemiyor, sonuçları yeterince somut göremiyorsak, bilgimiz eksikse, kısa süre sonra yeni bilgileri ve farklı sonuç ihtimallerini dikkate alarak karar değiştiririz. Bir insan eyleme geçtiğinde yüzleştiği zorluğu karar anında dikkate almamışsa, ilk adımda kararından vazgeçebilir. Dolayısıyla, insan ne kadar bilinçli ve detaylı düşünerek karar vermişse, sözünü tutabilme ihtimali o kadar yüksek olacaktır.
İçeriği net olmayan, kesin ve keskin analizlere bağlı olarak varılmayan her karar, yakın gelecekte saldırıya uğrayıp değişecektir. Böylece insan sözünde duramayacak, durmamayı seçecek ve bedelini irade gücünün gövdesine birkaç balta savurmakla ödeyecektir.
Bir insanın iradesini iyice zayıflatması için on kez sözünden cayması yeter. Derin bilinci, sözünde durmayan bir insan olduğuna ikna olduktan sonrası kötüdür. Artık karar verse de, içinden, “sen sözünde durmuyorsun, bunu da tutma, küçük bir çıkar farklılığı için sözünü terk et. “Söz verdin diye böyle bir bedel ödemene gerek yok” diyecektir. Bu iç telkinlere uzun süre direnmek her yiğidin harcı değildir.
-Vücut kimyasının bozulması:
Vücut kimyamızın irademiz üzerinde büyük etkisi vardır. Gereğinden fazla veya az veya zamansız ve düzensiz uyku sinir enerjimizi tüketir. Düzenli spor yapmamak kas gücünü zayıflatarak vücuttaki toksik birikimleri hızlandırır. Sürekli stres de çok önemli kimyasal maddelerin azalmasına yol açar.
Bu şartlardaki kişi hele bir de C ve B grubu vitaminleri eksik alıyor, demir ve çinko kaybına uğruyorsa, iç dünyası büyük bir gerilim yaşar. Bedeni sırtına çöken kamyon boyutunda kaplumbağa kabuğu gibidir. Bu şartlarda istikrarlı irade gösteremezsiniz.
Bir kitap okudunuz, heyecanlandınız ve karar vererek geleceğe yöneldiniz. Yukarıdaki sorunlarla savaşmaksızın kimsenin size yardımcı olabileceğini sanmıyorum. Bu temel tutumlar üzerinde çalışmazsanız, her teknik sonuçsuz kalacaktır.
Benim kitaplarımda yapmaya çalıştığım, okuyucuların inanç düzlemlerine inmeye ve yüksek değerlerini bu düzeyde kendilerine hissettirmeye çalışmak olmuştur. Bir insan kendi değerini fark edip öz saygısını güçlendirebilirse, öz yüksekliğini algılamak için başkasını aşağılamak ihtiyacına düşmez. Eğer, ilahi kudretle de bağını sağlam kurup özgüvenini besleyebildiyse, kimseyi kıskanma ihtiyacı hissetmez.
Böyle olduğu için, kişisel gelişim her zaman manevi gelişimle yan yana sürdürülmelidir. Bir insan, erdem değerlerini geliştirmeksizin kişisel gelişime dalarsa, ağır bedellerden kurtulması zordur. Büyük ihtimalle bireyselleşir, yalnızlaşır, rekabetçiliğe kapılır, büyüklenir; çılgınca kazanmak ve yükselmekten başka bir derdi kalmaz.
O zaman da, mağaradaki hazineye ulaşan, ama mağaranın çöküşüyle içeride hapsolan korsanların durumuna düşebilir. Büyük bir şeyi bulduğunu sandığı noktada, en büyük değerleri yitirdiğini görebilir.
Ben bir gelişim yazarı olarak, önce kendi manevi gelişim yolculuğuma odaklanıyorum. Bir yandan geçmişimin üzerimdeki frenleyici baskısını temizlemeye çalışıyorum. Bunun için affetmeyi kullanıyorum. İçtenlikle affettiğim her vakanın zincirleri ruhumdan siliniyor. Affedilmeyecek bir durumsa, ilahi adalete havale ederek siliyorum. Sonra, kendi hatalarımdan kaynaklanan vicdan azaplarımı da içten tövbeyle temizliyorum. Batılılar, buna “kendini affetme” diyorlar.
İkinci adımda, en önemlilerini yukarıda sıraladığım ahlaki değerleri içselleştirmeye ve yaşama şeklimi denetleme girişiyorum. Sıklıkla kendimi gözlemliyor, gıybet, dedikodu, kıskançlık yaşadığımda derhal baştan alıyorum.
Üçüncü adımda ise, irademi güçlendirecek ek eylemlere girişiyorum. Çevremi, amaçlarımı destekleyecek sembollerle dolduruyorum. Resimler, yazılar, bilgisayar, mektuplar, kitaplar gözlerimin önünde oldukça, onlarla ilişkili hedeflerimden kopamam, oyalanamam. Yapacaklarımı her sabah yazıyorum ve gün boyu amaçlarımı, misyonumu hatırlamaya çalışıyorum. Her günüme, bir ömür ve belki de son günüm gözüyle bakıyorum. Hayata Sonsuzluk Yolculuğu kitabında anlattığım pencereden bakınca da, basit oyalanmalar ve küçük sorunlar gözlerimin önünde iyice küçülüyor.
İnsan, yeryüzünün gördüğü en muhteşem ilahi sanat eseridir. Yaradan eserleri arasında ayırım yapmaz. Herkes aynı iki insanın neslindendir. Büyük şairin küçük şiiri olmaz.
Mevlâna şöyle der: “Karınca Süleymanlık dilerse, hor görme, himmetine bak.” Demek ki herkesin büyüklüğü, gayretiyle orantılı olacaktır.