BÜYÜK ÖNDER ATATÜRK'ÜN BİLİNMEYEN YÖNLERİ
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Cemal Granda… Atatürk’ün Uşağı… Hizmetine girdiği
3 Temmuz 1927'den, ölümü olan 10 Kasım 1938'e kadar Atatürk’ün yanından
hiç ayrılmadı. 12 yıl boyunca Atatürk’ün ünlü sofrasının konuklarını,
devlet başkanlarının ziyaretlerini, Atatürk’ün kederlerini,
sevinçlerini en yalın haliyle gözlemledi.
Sonra da bunları kaleme aldı.
Cemal Granda'nın anıları 1972 yılında Hürriyet
tarafından basılmıştı. 33 yıldır yayınlanmayan anılar şimdi yayın
hayatına yeni atılan Kristal Yayınları tarafından okuyucuyla buluşuyor..
KİTAPTA NELER VAR NELER?
-Atatürk’ün, “Kemal” adını “Kamal” diye değiştirdiğini biliyor muydunuz?
-Tüm yurt gezilerinde her türlü masrafı kendi cebinden ödediğini biliyor muydunuz?
-Atatürk, bir gece sofrada dostlarıyla sohbet ederken hizmetlilere dönüp neden “Bütün elbiselerimi yakın” emrini vermişti?
-Atatürk Dr. Reşit Galip’e neden kafatası ölçüsünü aldırdı? Ata’nın kafatası ölçüsü kaç çıktı?
-Nutku hazırlarken üç gün üç gece uyumadan çalıştığını biliyor muydunuz?
-Kendisini çok kızdıran Dr. Reşit Galip’i sofrayı terk etmeye davet eden Atatürk, Reşit Galip bunu reddedince ne yapmıştı?
-Resmiyetten sıkılan Atatürk, bir gece yarısı
Dolmabahçe Sarayı’ndan gizlice dışarı çıkınca İstanbul Valisi sabaha
karşı onu nerede bulmuştu?
-Atatürk bir gün neden “Biz de bir zamanlar marifetmiş gibi evlenmiştik” demişti?
-Neden İsmet İnönü’nün çocuklarına mirasından ödenek bırakmıştı?
-Milli Eğitim Bakanı atadığını bildirdiği akşam, Dr. Reşit Galip’i neden iki askerle güreş tutmaya zorlamıştı?
-Mareşal Voroşilov’un Türkiye ziyaretinde,
Cumhuriyet Halk Fırkası Genel Sekreteri Recep Peker’i Stalin’in muadili
sanması, Peker’in başını nasıl yedi?
-Atatürk, bir gece iddia üzerine tabancasını çekip köşkteki avizelerin ampullerini nasıl vurdu?
-Atatürk, sofra sohbeti sabaha dek uzayınca manevi kızı Zehra’ya nasıl sabah ezanı okuttu?
-Uşağının diğer hizmetlilere şakayla “Selanik’ten
çıksa çıksa Yahudi çıkar” dediğini duyan Atatürk, akşam sofrada buna ne
karşılık verdi?
-Yakın arkadaşı ve koruması Recep Zühtü metresini vurunca Atatürk ne yaptı?
-Uşağının ev alırken tapuda rüşvet vermek zorunda kaldığını duyan Atatürk nasıl tepki verdi?
-İstanbul Valisi Üstündağ ekmeğe zam yaptığını haber verince nasıl küplere bindi?
-Nazım Hikmet hapisteyken köşkteki gramofonda plağı çalınca Atatürk şair hakkında neler söyledi?
-Masonluğu kaldıran Atatürk, gençlik yıllarında kendisinin de mason olduğunu nasıl anlattı?
-İngiltere Kralı 8. Edward’ın, Türkiye ziyaretine
birlikte geldiği Madam Simpson yüzünden tahtı terk edeceğini Atatürk
nasıl tahmin etmişti?
Elinizden bırakamayacak, bir solukta okuyacak, Atatürk’ü daha yakından ve içimizden biri olarak tanıyacaksınız…
İŞTE ANILARDAN BİR DEMET
Kitapta yeralan anılan çok ilginç. İşte bu anılardan bir demet...
...Yalnız bir gece Kazım Özalp’in evinde tam
yirmi sekiz kadeh kokteyl içtiğini hatırlarım. Bunun adı Napoleon
Kokteyli idi. Bir miktar cin, bir miktar vermut, bir miktarda
Seribrandi likörü ile yapılıyordu. Bunların dışında alıştığı içkiyi
değiştirmemiştir.
Her gece içen Atatürk, gündüzleri alkol
kullanmaz, yalnız çok sıcak günlerde bir iki bardaktan fazla olmamak
üzere bira içerdi. Bu yüzden kimse Atatürk’e gündüzleri içki içmek için
ısrar etmez, en koyu alışkanlar bile akşamın olmasını iple çekerdi.
Büyükdere gezisi o ender gecelerden birine rastlamış ve halkın
gösterisi karşısında coşan Atatürk, içki faslını farkında olmayarak
sabaha dek sürdürmüştü.
ÇEVRESİNDEKİ ASALAKLAR
Atatürk’ün sofracısı olduğum için çok temiz
giyiniyordum. Elbisem her zaman ütülü, beyaz gömleğim kolalı,
iskarpinlerim rugandı. Davetlilerden birçoğu şıklığımı kıskanır ve
giyimimi benzetmeye yeltenirlerdi. O zaman birçok bakan ve milletvekili
bile papyonlarını bana bağlatırlardı. Umumi kâtip Hasan Rıza Soyak,
Rize milletvekili Hasan Cavit, özel kalem memuru Lütfi Bey, giyim
devrimine kendilerini uydurmaya çalışanlar arasındaydı.
Cumhuriyet yeni kurulmuştu. Çok kimse giyim
devrimini kavrayamamış ya da henüz benimseyememişti. Aralarında
talihsiz, cahil olanlar da vardı. Fakat kısa zamanda yaşadıkları ortama
uymasını biliyor, en centilmen diplomattan daha centilmen
kesiliyorlardı.
Bunların bazıları okuma yazma bile bilmedikleri
halde evlerine çok büyük kitaplıklar yaptırmışlardı. Örneğin Atatürk,
bir atlas ya da kitap aradığı zaman, kitaplıktan biz gider, bunları
çıkarırdık. Atatürk’e onlar kendileri bulmuş gibi götürüp verirlerdi.
İçlerinde çok zekileri de vardı. Atatürk her hangi bir emir verse,
onlar bunu istedikleri şekle sokar, kendilerine işten pay çıkarırlardı.
Oysa bu işleri zavallı memurlar uşaklar görür, hazıra onlar konar, her
zaman her yerde parsayı onlar toplardı. Her zaman gezilere onlar gider,
hepsi birer silahşor kesilirlerdi.
Fakat bütün bunlar Atatürk’ün hiç gözünden
kaçmaz, onları inceden inceye alaya alır, bazen karşılık
veremeyecekleri bir soru yağmuruna tutar, karşısında nasıl ecel terleri
döktüklerini hazla seyrederdi. Dalkavuklara, laf ebeliği yapanlara çok
kızardı. Çok geçmeden bir punduna getirerek, yaptıklarının acısını
onlardan çıkarmasını bilirdi.
Hırpalayacağı, ya da alaya alacağı kimseleri sık sık sınava çekişine tanıklık etmişimdir.
Atatürk’ün şaşırtıcı soruları ve mantık oyunları
karşısında bunların dökülüşleri görülecek şeydi. Zaten O’nun sorularına
tam cevap verecek adam az bulunurdu. Hepsi birer zekâ oyununa
dayanıyordu. Kimse altından kalkamazdı.
İÇKİSİNE KARIŞANLAR
Atatürk’ün içki içmesine karşı olanların başında
umumi kâtip Yusuf Hikmet Bayur geliyordu. Bayur- her halde Atatürk’ü
hepimizden çok sevdiğinden olacak-O’nu içkisinden caydırmak için türlü
bahaneler bulur, fakat hiç birini başaramazdı.
Atatürk çok içmezdi. İçtiği zamanda içmesini
bilirdi. Acele etmezdi, konuşarak, sohbet ederek, yavaş yavaş içmeyi
severdi. Ölçüyü kaçırmazdı. Sarhoş olduğunu bir kez bile görmedim.
Taşkın bir hareketine rastlamadım.
Böyle olduğu halde Hikmet Bayur’la aralarında sık
sık tartışmalara tanık olurdum. Hemen her sabah tekrarlanan bu
tartışmalardan Bayur’un yenilgiye uğradığını üzülerek görürdüm.
Hikmet Bayur, erken saatlerde Atatürk’e gelir, o
günkü ajans bültenlerini getirir ve kendisinden emir alırdı. Atatürk’ün
yorgun halini gören Bayur dayanamaz:
-‘‘ Paşam, yine renginiz yerinde değil, çok yorgun ve bitkinsiniz. Şu içkiyi bu kadar içmeseniz daha iyi olur.’’derdi.
Bu karışmaya Atatürk’ün canı sıkılır ama hiç belli etmemeye çalışarak:
-‘‘A Hikmet Bey, ben rakıyı şimdi değil, daha
Harbiye talebesiyken içerdim. Bugüne kadar da hiç zararını
görmedim,’’diye karşılık verirdi. Bayur bunun da altında kalmazdı:
-‘‘ Muhterem Paşam, bu gün belki zararını
görmediğinizi sanırsınız, fakat yarın göreceksiniz. Siz bu memlekete
lazımsınız. Kendinize acımıyorsanız bari bu millete acıyın. Bu millet
sizin varlığınızla vardır. Ne olur şu içkiyi az için.’’
Atatürk bu sözleri hep gülümseyerek karşıladı. O
da Hikmet Bayur’un içinde bir kötülük olmadığını, kendisini herkesten
çok sevdiğini biliyordu. Fakat bir gün canına tak demiş olacak ki,
Hikmet Bayur yine içkiyi kötüleyen konferansına başladığı sırada birden
bire sözü başka yana çevirerek:
-‘‘ Bu günkü işler arasında neler var bakalım?’’ diye sordu.
Atatürk o an yine sinirlendiğini belli etmemişti
ama kararını vermişti. Bu içki aleyhtarı konferanslara artık bir son
verecekti. Üç gün sonra mesele anlaşıldı. Akşam sofrada Atatürk, Hikmet
Bayur’la beraber hepimizi şaşırtan şu haberi veriyordu:
-‘‘ Hikmet Bey, seni Kabil’e sefir yapalım. Git,
oraları gör; hatta gerekirse Hindistan’a kadar git. Oralar hakkında
bilgi edin. Oku, öğren ve ilim getir. Bize bu yolda faydalı ol,’’dedi.
Bu suretle Hikmet Bayur’un Kabil büyükelçiliğine
atanma emri verilmiş oluyordu. Hikmet Bayur hareketinden önce veda için
Köşke geldi. Atatürk, onu salonda ayağa kalkarak karşıladı. Giderken de
kapıya kadar elini omzuna koyarak uğurladı. Bayur birkaç gün sonra
ayrılarak Kabil’e gitti.
Bana öyle geliyor ki, bu atanma, Bayur’un yurda
hizmet kaygısı, yalansız olarak Atatürk’e içki içmemesi öğüdü ve
içmesine engel olma hareketinden ileri geliyordu. O Hikmet Bayur ki,
sevgisini, saygısını hiç eksik etmediği Büyük Adama ‘İçme Paşam’ sözünü
ilk söyleyebilmek cesaretini göstermiş, fakat bunu çok sevdiği
Atatürk’ün yanından uzaklaştırılmak cezasıyla ödemişti. Nitekim Hikmet
Bayur haklı çıkmış, Atatürk de sonunda içkinin fenalığını anlamış,
fakat iş işten geçmişti.
ARMSTRONG AZ BİLE YAZMIŞ
Armstrong ADLI BİR YAZAR Atatürk hakkında yazdığı
bir kitapta, O’nun içki âlemlerine de değinerek olumsuz ve yakışıksız
yüklemelerde bulunuyordu. Hükümet o zaman bu nedenle kitabın yurda
sokulmasını yasaklayan bir karar bile almıştı. Bir sabah Çankaya
Köşkü’nün salonunda Atatürk kahvesini içerken, Hikmet Bayur, elinde bir
kitapla geldi. Bayur, o dönemde Cumhurbaşkanlığı umumi kâtibiydi.
Atatürk’e Hikmet Bayur’un geldiğini haber verdik. Atatürk’ün karşısına
ilişen Hikmet Bayur’un halinde bir tuhaflık sezinlemiştik. Atatürk’e
çok önemli bir meseleyi söylemekle söylememek arasında duraksadığı
anlaşılıyordu.
Atatürk, bakışlarıyla kitabı işaret ederek:
-‘‘ Okuyun bakalım Hikmet Bey. Bakalım ne yazmış?’’dedi.
Anlaşılan Atatürk’ün, Hikmet Bayur’un elindeki kitaptan önceden haberi vardı.
Hikmet Bayur çok güzel İngilizce bilirdi. Sadece
İngilizce konuşmakla kalmaz, İngiliz edebiyatı hakkında da geniş bir
bilgiye sahipti. Hemen İngilizce kitabı açıp, çeviri yapar gibi değil
de, sanki Türkçe yazılmış bir kitabı okumanın rahatlığı içinde Türkçe
okumaya başladı. Atatürk’ü bazen kaşları çatılarak, bazen hayret
belirtisiyle Hikmet Bayur’u dikkatle dinliyordu.
Armstrong, Atatürk’ün içki âlemlerini oldukça
ağır sözcüklerle anlatıyor, fakat buna ilişkin bölümün sonunda, ‘Böyle
olduğu halde yurdunu ve ulusunu ilgilendiren her hangi bir olay çıktı
mı, hemen içkiyi ve eğlenceyi bir yana bırakıp, aslan gibi kükreyerek
pençesini o olayın üzerine atmasını bilir,’ demekten de kendini
alamıyordu.
Atatürk, kitabın burasında söze karıştı. Biz,
kızacak,’ Kapat şu kitabı, yeter. Halt etmiş bunları yazmakla!’ diye
bağıracağını sanıp korkmuştuk. Oysa Hikmet Bayur’a şöyle dedi:
-‘‘ Bu kitabın yurda sokulmasını yasaklamakla
Hükümet hataya düşmüştür. Bu zat bizim yaşadığımız safahatı eksik bile
yazmış. Bu eksikliği ben tamamlayayım da, kitaba eklensin, memleket de
kitabı okusun’’
Sonra Hikmet Bayur, yeniden kitabı kaldığı yerden
okumaya başladı. Atatürk, yine büyük bir dikkatle dinliyordu. Bir başka
bölüme geçilmişti. Hikmet Bayur’un birkaç sayfa atladığını fark eden
Atatürk:
-‘‘ Ne var ki o kısımda, sayfaları atladınız?’’
diye sordu. Hikmet Bayur, çekingenlik içinde: ‘paşam, izin verirseniz
burasını okumadan geçeyim’ dedi.
Atatürk iyice meraklanmıştı:
-‘‘ Nedir yahu, bu atlamak istediğiniz? Adam ne söylemiş, ne yazmışsa hepsini bilelim. Okumaya devam…’
Atatürk okutmakta ısrar, Bayur okumamakta inat ediyorlar, aralarında sessiz bir çkişme geçiyordu. Atatürk sonunda biraz sertçe:
-‘‘ Ne diyor bu adam bizim için? Hakaret mi ediyor? Hayvan mı diyor?’ diye sordu.
Hikmet Bayur bu sözler üzerine iyice şaşırdı. Cümleleri kekelemeye başladı. Artık kaçamak yol
kalmamıştı onun için. Okumaktan başka çaresi yoktu.
-‘‘ Paşam,’’ dedi.’’ Sizin Kastamonu’da şapkayı başınıza ilk giydiğinizi anlatırken ağır kelimler kullanmış.’’
Atatürk, Armstrong’un bu sözlerine kızmak şöyle dursun, neşelenmişti bile.
-‘‘ insanlara bazen hayvan sıfatları takar, aslan
gibi deriz. Bu da onun gibi. Canı istemiş, böyle düşünmüş bizi. Neyse
fena değil. Haydi, okuyun, daha neler var içinde bakalım? Bayağı
eğlenceli kitap,’’ dedi.
Atatürk’ün ne büyük hoşgörü sahibi olduğunu o gün
bir kez daha anlamıştım. Büyük bir olgunluk içinde olayların ışığı
altında kendi değer ölçülerini, görüşünü, geçmiş olayların ışığı
altında kendi değer ölçülerine vurarak kıyaslıyordu.
UYKU DÜŞMANI
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Cemal Granda… Atatürk’ün Uşağı… Hizmetine girdiği
3 Temmuz 1927'den, ölümü olan 10 Kasım 1938'e kadar Atatürk’ün yanından
hiç ayrılmadı. 12 yıl boyunca Atatürk’ün ünlü sofrasının konuklarını,
devlet başkanlarının ziyaretlerini, Atatürk’ün kederlerini,
sevinçlerini en yalın haliyle gözlemledi.
Sonra da bunları kaleme aldı.
Cemal Granda'nın anıları 1972 yılında Hürriyet
tarafından basılmıştı. 33 yıldır yayınlanmayan anılar şimdi yayın
hayatına yeni atılan Kristal Yayınları tarafından okuyucuyla buluşuyor..
KİTAPTA NELER VAR NELER?
-Atatürk’ün, “Kemal” adını “Kamal” diye değiştirdiğini biliyor muydunuz?
-Tüm yurt gezilerinde her türlü masrafı kendi cebinden ödediğini biliyor muydunuz?
-Atatürk, bir gece sofrada dostlarıyla sohbet ederken hizmetlilere dönüp neden “Bütün elbiselerimi yakın” emrini vermişti?
-Atatürk Dr. Reşit Galip’e neden kafatası ölçüsünü aldırdı? Ata’nın kafatası ölçüsü kaç çıktı?
-Nutku hazırlarken üç gün üç gece uyumadan çalıştığını biliyor muydunuz?
-Kendisini çok kızdıran Dr. Reşit Galip’i sofrayı terk etmeye davet eden Atatürk, Reşit Galip bunu reddedince ne yapmıştı?
-Resmiyetten sıkılan Atatürk, bir gece yarısı
Dolmabahçe Sarayı’ndan gizlice dışarı çıkınca İstanbul Valisi sabaha
karşı onu nerede bulmuştu?
-Atatürk bir gün neden “Biz de bir zamanlar marifetmiş gibi evlenmiştik” demişti?
-Neden İsmet İnönü’nün çocuklarına mirasından ödenek bırakmıştı?
-Milli Eğitim Bakanı atadığını bildirdiği akşam, Dr. Reşit Galip’i neden iki askerle güreş tutmaya zorlamıştı?
-Mareşal Voroşilov’un Türkiye ziyaretinde,
Cumhuriyet Halk Fırkası Genel Sekreteri Recep Peker’i Stalin’in muadili
sanması, Peker’in başını nasıl yedi?
-Atatürk, bir gece iddia üzerine tabancasını çekip köşkteki avizelerin ampullerini nasıl vurdu?
-Atatürk, sofra sohbeti sabaha dek uzayınca manevi kızı Zehra’ya nasıl sabah ezanı okuttu?
-Uşağının diğer hizmetlilere şakayla “Selanik’ten
çıksa çıksa Yahudi çıkar” dediğini duyan Atatürk, akşam sofrada buna ne
karşılık verdi?
-Yakın arkadaşı ve koruması Recep Zühtü metresini vurunca Atatürk ne yaptı?
-Uşağının ev alırken tapuda rüşvet vermek zorunda kaldığını duyan Atatürk nasıl tepki verdi?
-İstanbul Valisi Üstündağ ekmeğe zam yaptığını haber verince nasıl küplere bindi?
-Nazım Hikmet hapisteyken köşkteki gramofonda plağı çalınca Atatürk şair hakkında neler söyledi?
-Masonluğu kaldıran Atatürk, gençlik yıllarında kendisinin de mason olduğunu nasıl anlattı?
-İngiltere Kralı 8. Edward’ın, Türkiye ziyaretine
birlikte geldiği Madam Simpson yüzünden tahtı terk edeceğini Atatürk
nasıl tahmin etmişti?
Elinizden bırakamayacak, bir solukta okuyacak, Atatürk’ü daha yakından ve içimizden biri olarak tanıyacaksınız…
İŞTE ANILARDAN BİR DEMET
Kitapta yeralan anılan çok ilginç. İşte bu anılardan bir demet...
...Yalnız bir gece Kazım Özalp’in evinde tam
yirmi sekiz kadeh kokteyl içtiğini hatırlarım. Bunun adı Napoleon
Kokteyli idi. Bir miktar cin, bir miktar vermut, bir miktarda
Seribrandi likörü ile yapılıyordu. Bunların dışında alıştığı içkiyi
değiştirmemiştir.
Her gece içen Atatürk, gündüzleri alkol
kullanmaz, yalnız çok sıcak günlerde bir iki bardaktan fazla olmamak
üzere bira içerdi. Bu yüzden kimse Atatürk’e gündüzleri içki içmek için
ısrar etmez, en koyu alışkanlar bile akşamın olmasını iple çekerdi.
Büyükdere gezisi o ender gecelerden birine rastlamış ve halkın
gösterisi karşısında coşan Atatürk, içki faslını farkında olmayarak
sabaha dek sürdürmüştü.
ÇEVRESİNDEKİ ASALAKLAR
Atatürk’ün sofracısı olduğum için çok temiz
giyiniyordum. Elbisem her zaman ütülü, beyaz gömleğim kolalı,
iskarpinlerim rugandı. Davetlilerden birçoğu şıklığımı kıskanır ve
giyimimi benzetmeye yeltenirlerdi. O zaman birçok bakan ve milletvekili
bile papyonlarını bana bağlatırlardı. Umumi kâtip Hasan Rıza Soyak,
Rize milletvekili Hasan Cavit, özel kalem memuru Lütfi Bey, giyim
devrimine kendilerini uydurmaya çalışanlar arasındaydı.
Cumhuriyet yeni kurulmuştu. Çok kimse giyim
devrimini kavrayamamış ya da henüz benimseyememişti. Aralarında
talihsiz, cahil olanlar da vardı. Fakat kısa zamanda yaşadıkları ortama
uymasını biliyor, en centilmen diplomattan daha centilmen
kesiliyorlardı.
Bunların bazıları okuma yazma bile bilmedikleri
halde evlerine çok büyük kitaplıklar yaptırmışlardı. Örneğin Atatürk,
bir atlas ya da kitap aradığı zaman, kitaplıktan biz gider, bunları
çıkarırdık. Atatürk’e onlar kendileri bulmuş gibi götürüp verirlerdi.
İçlerinde çok zekileri de vardı. Atatürk her hangi bir emir verse,
onlar bunu istedikleri şekle sokar, kendilerine işten pay çıkarırlardı.
Oysa bu işleri zavallı memurlar uşaklar görür, hazıra onlar konar, her
zaman her yerde parsayı onlar toplardı. Her zaman gezilere onlar gider,
hepsi birer silahşor kesilirlerdi.
Fakat bütün bunlar Atatürk’ün hiç gözünden
kaçmaz, onları inceden inceye alaya alır, bazen karşılık
veremeyecekleri bir soru yağmuruna tutar, karşısında nasıl ecel terleri
döktüklerini hazla seyrederdi. Dalkavuklara, laf ebeliği yapanlara çok
kızardı. Çok geçmeden bir punduna getirerek, yaptıklarının acısını
onlardan çıkarmasını bilirdi.
Hırpalayacağı, ya da alaya alacağı kimseleri sık sık sınava çekişine tanıklık etmişimdir.
Atatürk’ün şaşırtıcı soruları ve mantık oyunları
karşısında bunların dökülüşleri görülecek şeydi. Zaten O’nun sorularına
tam cevap verecek adam az bulunurdu. Hepsi birer zekâ oyununa
dayanıyordu. Kimse altından kalkamazdı.
İÇKİSİNE KARIŞANLAR
Atatürk’ün içki içmesine karşı olanların başında
umumi kâtip Yusuf Hikmet Bayur geliyordu. Bayur- her halde Atatürk’ü
hepimizden çok sevdiğinden olacak-O’nu içkisinden caydırmak için türlü
bahaneler bulur, fakat hiç birini başaramazdı.
Atatürk çok içmezdi. İçtiği zamanda içmesini
bilirdi. Acele etmezdi, konuşarak, sohbet ederek, yavaş yavaş içmeyi
severdi. Ölçüyü kaçırmazdı. Sarhoş olduğunu bir kez bile görmedim.
Taşkın bir hareketine rastlamadım.
Böyle olduğu halde Hikmet Bayur’la aralarında sık
sık tartışmalara tanık olurdum. Hemen her sabah tekrarlanan bu
tartışmalardan Bayur’un yenilgiye uğradığını üzülerek görürdüm.
Hikmet Bayur, erken saatlerde Atatürk’e gelir, o
günkü ajans bültenlerini getirir ve kendisinden emir alırdı. Atatürk’ün
yorgun halini gören Bayur dayanamaz:
-‘‘ Paşam, yine renginiz yerinde değil, çok yorgun ve bitkinsiniz. Şu içkiyi bu kadar içmeseniz daha iyi olur.’’derdi.
Bu karışmaya Atatürk’ün canı sıkılır ama hiç belli etmemeye çalışarak:
-‘‘A Hikmet Bey, ben rakıyı şimdi değil, daha
Harbiye talebesiyken içerdim. Bugüne kadar da hiç zararını
görmedim,’’diye karşılık verirdi. Bayur bunun da altında kalmazdı:
-‘‘ Muhterem Paşam, bu gün belki zararını
görmediğinizi sanırsınız, fakat yarın göreceksiniz. Siz bu memlekete
lazımsınız. Kendinize acımıyorsanız bari bu millete acıyın. Bu millet
sizin varlığınızla vardır. Ne olur şu içkiyi az için.’’
Atatürk bu sözleri hep gülümseyerek karşıladı. O
da Hikmet Bayur’un içinde bir kötülük olmadığını, kendisini herkesten
çok sevdiğini biliyordu. Fakat bir gün canına tak demiş olacak ki,
Hikmet Bayur yine içkiyi kötüleyen konferansına başladığı sırada birden
bire sözü başka yana çevirerek:
-‘‘ Bu günkü işler arasında neler var bakalım?’’ diye sordu.
Atatürk o an yine sinirlendiğini belli etmemişti
ama kararını vermişti. Bu içki aleyhtarı konferanslara artık bir son
verecekti. Üç gün sonra mesele anlaşıldı. Akşam sofrada Atatürk, Hikmet
Bayur’la beraber hepimizi şaşırtan şu haberi veriyordu:
-‘‘ Hikmet Bey, seni Kabil’e sefir yapalım. Git,
oraları gör; hatta gerekirse Hindistan’a kadar git. Oralar hakkında
bilgi edin. Oku, öğren ve ilim getir. Bize bu yolda faydalı ol,’’dedi.
Bu suretle Hikmet Bayur’un Kabil büyükelçiliğine
atanma emri verilmiş oluyordu. Hikmet Bayur hareketinden önce veda için
Köşke geldi. Atatürk, onu salonda ayağa kalkarak karşıladı. Giderken de
kapıya kadar elini omzuna koyarak uğurladı. Bayur birkaç gün sonra
ayrılarak Kabil’e gitti.
Bana öyle geliyor ki, bu atanma, Bayur’un yurda
hizmet kaygısı, yalansız olarak Atatürk’e içki içmemesi öğüdü ve
içmesine engel olma hareketinden ileri geliyordu. O Hikmet Bayur ki,
sevgisini, saygısını hiç eksik etmediği Büyük Adama ‘İçme Paşam’ sözünü
ilk söyleyebilmek cesaretini göstermiş, fakat bunu çok sevdiği
Atatürk’ün yanından uzaklaştırılmak cezasıyla ödemişti. Nitekim Hikmet
Bayur haklı çıkmış, Atatürk de sonunda içkinin fenalığını anlamış,
fakat iş işten geçmişti.
ARMSTRONG AZ BİLE YAZMIŞ
Armstrong ADLI BİR YAZAR Atatürk hakkında yazdığı
bir kitapta, O’nun içki âlemlerine de değinerek olumsuz ve yakışıksız
yüklemelerde bulunuyordu. Hükümet o zaman bu nedenle kitabın yurda
sokulmasını yasaklayan bir karar bile almıştı. Bir sabah Çankaya
Köşkü’nün salonunda Atatürk kahvesini içerken, Hikmet Bayur, elinde bir
kitapla geldi. Bayur, o dönemde Cumhurbaşkanlığı umumi kâtibiydi.
Atatürk’e Hikmet Bayur’un geldiğini haber verdik. Atatürk’ün karşısına
ilişen Hikmet Bayur’un halinde bir tuhaflık sezinlemiştik. Atatürk’e
çok önemli bir meseleyi söylemekle söylememek arasında duraksadığı
anlaşılıyordu.
Atatürk, bakışlarıyla kitabı işaret ederek:
-‘‘ Okuyun bakalım Hikmet Bey. Bakalım ne yazmış?’’dedi.
Anlaşılan Atatürk’ün, Hikmet Bayur’un elindeki kitaptan önceden haberi vardı.
Hikmet Bayur çok güzel İngilizce bilirdi. Sadece
İngilizce konuşmakla kalmaz, İngiliz edebiyatı hakkında da geniş bir
bilgiye sahipti. Hemen İngilizce kitabı açıp, çeviri yapar gibi değil
de, sanki Türkçe yazılmış bir kitabı okumanın rahatlığı içinde Türkçe
okumaya başladı. Atatürk’ü bazen kaşları çatılarak, bazen hayret
belirtisiyle Hikmet Bayur’u dikkatle dinliyordu.
Armstrong, Atatürk’ün içki âlemlerini oldukça
ağır sözcüklerle anlatıyor, fakat buna ilişkin bölümün sonunda, ‘Böyle
olduğu halde yurdunu ve ulusunu ilgilendiren her hangi bir olay çıktı
mı, hemen içkiyi ve eğlenceyi bir yana bırakıp, aslan gibi kükreyerek
pençesini o olayın üzerine atmasını bilir,’ demekten de kendini
alamıyordu.
Atatürk, kitabın burasında söze karıştı. Biz,
kızacak,’ Kapat şu kitabı, yeter. Halt etmiş bunları yazmakla!’ diye
bağıracağını sanıp korkmuştuk. Oysa Hikmet Bayur’a şöyle dedi:
-‘‘ Bu kitabın yurda sokulmasını yasaklamakla
Hükümet hataya düşmüştür. Bu zat bizim yaşadığımız safahatı eksik bile
yazmış. Bu eksikliği ben tamamlayayım da, kitaba eklensin, memleket de
kitabı okusun’’
Sonra Hikmet Bayur, yeniden kitabı kaldığı yerden
okumaya başladı. Atatürk, yine büyük bir dikkatle dinliyordu. Bir başka
bölüme geçilmişti. Hikmet Bayur’un birkaç sayfa atladığını fark eden
Atatürk:
-‘‘ Ne var ki o kısımda, sayfaları atladınız?’’
diye sordu. Hikmet Bayur, çekingenlik içinde: ‘paşam, izin verirseniz
burasını okumadan geçeyim’ dedi.
Atatürk iyice meraklanmıştı:
-‘‘ Nedir yahu, bu atlamak istediğiniz? Adam ne söylemiş, ne yazmışsa hepsini bilelim. Okumaya devam…’
Atatürk okutmakta ısrar, Bayur okumamakta inat ediyorlar, aralarında sessiz bir çkişme geçiyordu. Atatürk sonunda biraz sertçe:
-‘‘ Ne diyor bu adam bizim için? Hakaret mi ediyor? Hayvan mı diyor?’ diye sordu.
Hikmet Bayur bu sözler üzerine iyice şaşırdı. Cümleleri kekelemeye başladı. Artık kaçamak yol
kalmamıştı onun için. Okumaktan başka çaresi yoktu.
-‘‘ Paşam,’’ dedi.’’ Sizin Kastamonu’da şapkayı başınıza ilk giydiğinizi anlatırken ağır kelimler kullanmış.’’
Atatürk, Armstrong’un bu sözlerine kızmak şöyle dursun, neşelenmişti bile.
-‘‘ insanlara bazen hayvan sıfatları takar, aslan
gibi deriz. Bu da onun gibi. Canı istemiş, böyle düşünmüş bizi. Neyse
fena değil. Haydi, okuyun, daha neler var içinde bakalım? Bayağı
eğlenceli kitap,’’ dedi.
Atatürk’ün ne büyük hoşgörü sahibi olduğunu o gün
bir kez daha anlamıştım. Büyük bir olgunluk içinde olayların ışığı
altında kendi değer ölçülerini, görüşünü, geçmiş olayların ışığı
altında kendi değer ölçülerine vurarak kıyaslıyordu.
UYKU DÜŞMANI