ESKİ ÇAĞLARDAN GÜNÜMÜZE ŞANLIURFA TARİHİ
BİRİNCİ BÖLÜM
A) COĞRAFİ BAKIMDAN URFA'NIN ÖNEMİ
Urfa, 30-36 kuzey enlem ve 37-40 doğu boylamları arasında yer alır.
Deniz seviyesinden 518 metre yüksekliktedir. Kuzey, batı ve güneyinde
Fırat Nehri, doğusunda ise yine Fırat’ın kollarından olan Habur irmağı
ile sınırlandırılmıştır. Doğusunda Mardin, batısında Gaziantep,
kuzeybatısında Adıyaman ve kuzeyinde de Diyarbakır ile çevrilidir.
Güneyinde ise 1921’deki Ankara Antlaşması ile çizilen 223 km’lik Suriye
sınırı bulunur.
Urfa, eski çağlardan beri doğu ile batının buluşma noktalarının en
hareketlisi ve en önemlisi olmuştur. Doğu ile batı dünyasını kültür ve
ticaret bakımından birbirine bağlayan eski ve önemli yollar sisteminin
bir düğüm noktası oluşu, bütün bu bölgede çok eskiden beri parlak bir
medeniyet seviyesine ulaşmış kentlerin kurulmasını hazırlamıştır.
Harran, Urfa, Suruç, Birecik, Samsat ve Rakka gibi, ne zaman
kuruldukları bilinmeyen kentleriyle dünya medeniyetinin en eski ve
büyük merkezlerden birini oluşturan bölgemizin eski çağlardaki ticari
ve askeri ulaşımını sağlayan yollar: Güneydoğudan kuzeybatıya doğru,
Zagros Dağları'nın eteklerini izleyerek, Dicle boyunca uzanan ve Yeni
Assur döneminde Kral Yolu adını taşıyan ana yol; Güney Mezopotamya’dan
Dicle’yi izleyerek gelip, Musul yoluyla Sincar’a, Nisibis’e (Nusaybin)
ve Râ’s el-Ayn üzerinden Harran ovasına, buradan da Fırat’ı Karkamış’ta
aşarak kuzeybatı ve güneybatıya ayrılmaktaydı İ
İçinde Kalhu, Ninova ve Dur şarrikun gibi ünlü başkentlerin bulunuşu
nedeniyle Assur Üçgeni denen ve yöreden geçen bu birinci ana yolun
dışında; Mezopotamya’nın diğer önemli yolu Fırat vadisini izleyerek
Babil’e ulaşan yoldur. Güney Mezopotamya’ya gitmek için, ilkinden daha
kısa olan bu yol; Babil, Hit, Ana ve Rakka’ya ulaştıktan sonra,Belih
suyunu izleyerek Harran ovasına gelir. Burası çeşitli yönlere ayrılan
yolların birleştiği bir yerdir. Bu yollardan biri de kuzeydoğuya gider.
Diyarbakır-Bitlis hattını izleyen bu yol, Güneydoğu Toroslar’ı Bitlis
Geçidi üzerinden atlayarak Van Gölü yöresine kadar uzanır. Kuzeye giden
yol ise, muhtemelen Assur Koloni Çağı’nın geç döneminde de kullanılmış
gibi görünen ve Ergani-Maden Geçidi aracılığıyla Elazığ ve Malatya
bölgelerine ulaşan karayolu sistemidir.
Harran’dan kuzeybatıya giden yol, Yeni Assur kralları tarafından
kullanılmış, Fırat’ı Zeugma (Birecik) ya da daha kuzeydeki Samosata’da
(Samsat) aşarak Que (Kilikia), Tabal ve son olarak Orta Anadolu’ya
uzanmaktaydı.
Harran’dan güneye giden bir diğer yol ise; Rakka üzerinden, bir
taraftan Halep, diğer taraftan Palmira (Tedmur) yoluyla şam’a ve oradan
da Tyr yanında Akdeniz’e ulaşıyordu.
B) BÖLGEDE İLK YER ADLARI
M.Ö. 2300 yıllarına ait Ebla tabletlerinde Harran'ın en eski ismine
“Haranki“ olarak rastlıyoruz. Bu isim, Assurca “karayolu, yol, patika,
yolculuk, iş seyahati, akın ve ordu“ anlamlarında kullanılmıştır.
Ebla tabletlerinden sonra, M.Ö. 1500 yıllarına ait Mari tabletlerinde
Harran’ın ismi, “Haranimki“ ve "Kaskalnimki“, Eski Babil dönemi
belgelerinde “Harranum“ ve “Kaskal“, Hitit Krallığı dönemine ait
Boğazköy metinlerinde “Harrana“ ve “Kaskalni“, Yeni Assur belgelerinde
ise, “Harrana“, “Harrânî“ ve “Harranu“ biçimlerinde geçmektedir.
Bölgemizin en eski adı, Hititçe çivi yazılı tabletlerde geçen ve M.Ö.
1500 yıllarına ait olan “Hur Ülkeleri“ adıdır. Bölgenin kuzeydoğusunda
Alşe, kuzeyinde işşuva, güneybatısında ise Aştata ülkeleri bulunuyordu.
İKİNCİ BÖLÜM
Urfa'nın 20 km. doğusundaki Örencik Köyü yakınlarında bulunan Göbekli
Tepe'de 1996 yılında başlayan ve önümüzdeki yıllarda da devam edecek
olan arkeolojik kazılarda, dünyanın ilk tapınak tepesi tespit
edilmiştir. Elde edilen bulguların Cilali Taş Devri'ne (M.Ö. 9000'lere)
ait olduğu tarihlenmiştir. Buna göre Urfa, şu anda 11000 yıllık bir
tarihe sahiptir. Adı geçen yerdeki kazıların sona ermesinden sonra
belki bu tarih daha da eskilere gidecektir.
Bu yazımızda, M.Ö. XXV. yüzyıldan başlayarak, çivi yazılı kaynaklar göz
önünde bulundurulmak suretiyle Urfa'nın yaklaşık 4500 yıllık yazılı bir
tarihi özetlenmiştir. Göbekli Tepe hakkındaki geniş bilgi, kitabın
Mimari bölümünde verilmiştir.
I) EBLA KRALLIĞI DÖNEMİ (M.Ö. XXV. yy.)
Ele geçen en eski belgelere göre; Urfa bölgesi kısmen M.Ö. XXV.
yüzyılda Kuzey Suriye’de Halep yakınlarında kurulmuş Ebla Krallığı’nın
hâkimiyetine girmiştir. Bizce bölgenin tarihini de şimdilik bu dönemden
başlatmak gerekir.
M.Ö. 2500 yıllarına ait Ebla Krallığı’nın merkezi Ebla'da (Tell
el-Mardikh) yapılan arkeolojik kazılarda bulunan çivi yazılı
arşivlerde, adı geçen krallığa bağlı olarak, Harran’ın bu dönemde
Zugalum adındaki bir kraliçe tarafından yönetildiğini görmekteyiz.
Bu dönemde Urfa’nın durumunu veya adını şimdilik bilemiyoruz. Bununla
birlikte tabletlere göre, Kuzey Suriye’de geniş ve işlek bir ticaret
ağı bulunuyordu. Ancak bölgenin en eski tarihi dönemine ait elimizdeki
bilgiler şimdilik çok azdır.
II) AKKAD KRALLIĞI DÖNEMİ (M.Ö.XXIII. yy-XXI. yy.)
Mezopotamya tarihinde kurulmuş ilk devlet olan Akkad Krallığı (M.Ö.
2350-2150), gittikçe güçlenerek Kuzey Suriye, Güneydoğu Anadolu ve
Kilikya bölgelerini bir dönem hâkimiyeti altında tutmuştur.
Akkad Kralı I.Sargon (saltanatı M.Ö. 2340-2284), Amanos ve Toroslar’a
doğru bir sefer düzenlerken bölgemizin de içinde bulunduğu Kuzey
Suriye’yi ele geçirerek, Akkad Krallığı’nın hâkimiyetine katmıştır.
Sargon’dan bir süre sonra, tahta geçen torunu Naram-Sin'in (saltanatı
M.Ö. 2260-2220) Kuzey Mezopotamya’daki Subartu (Irmaklararası; Fırat
ile Dicle arası olup daha çok Kuzey Suriye’yi ifade eder) ülkesini
çeşitli düşman unsurlara karşı savunduğu görülür. Ona ait kitabeli bir
bazalt zafer steli de Diyarbakır’ın Pir Hüseyin köyünde bulunmuştur.
Urfa merkez Konuklu (Kazane) Köyü'nde yapılan kazılarda, ilk Tunç Çağı
tabakasında bulunan üç çivi yazılı tabletten ikisi, Eski Babil dönemine
ait mektup, diğeri ise Akkadça çivi yazılı olup, Akkad alfabesini
öğretmektedir. Yukarıda bahsedilen stel ve çivi yazılı tablet, Akkad
Krallığı'nın bölgemizi de hâkimiyet sınırlarına katmış olduğunu
göstermektedir.
Akkad Krallığı, iran’ın batısındaki Zagros Dağları’nda devlet kuran
Gutiler’in istilâsı ile başlayan savaşlar neticesinde yaklaşık M.Ö.
2150 yılında tarihe karışır.
III) III. SUMER-UR HANEDANİ VE ESKİ BABİL KRALLIĞI DÖNEMI (M.Ö.XXI-?)
Kaynaklara göre Akkad döneminden sonra,, bölgemizi de içine alan
Anadolu'nun bir kısmı, III.Sumer-Ur Hanedanı (M.Ö. 2060-1960)'nın
hâkimiyetine girmişti. Anadolu ve bölgemiz ahalisi bunların
kültürlerinden oldukça etkilenmişler ve yazılarını bile
kullanmışlardır.
Eski Babil Krallığı'nın ünlü Kralı Hammurabi'nin (saltanatı M.Ö.
1728-1686), Mari (Tell Hariri, Suriye’de Fırat üzerinde) bölgesiyle
Assur ili de dahil olmak üzere, bütün Subartu’yu, Elam’ı ve civardaki
bütün ülkeleri zaptettiği bu başarısının kendisine, “Sümer-Akkad Kralı,
Dört iklim Hükümdârı ve Cihan imparatoru“ gibi ünvanları kazandırdığı
bilinir. Maalesef bu döneme ait bilgilerimiz de çok azdır.
IV) HURRİ-MİTANNiLER VE HiTiT KRALLiKLARi DÖNEMi (M.Ö. 2000-1270)
Güneydoğu Anadolu’nın En Eski Ahalisi Hurriler
Hurriler, M.Ö. 2000 yıllarından itibaren, kuzeyde Kafkaslar’dan,
güneyde Suriye ve Yukarı Mezopotamya’ya, batıda Toroslar’dan, doğuda
iran’daki Zagros Dağları’nın ötesindeki Urmiye Gölü’ne kadar uzanan,
oldukça geniş bir coğrafik alana yerleşmişlerdi. Ancak, bu tarihlerde
henüz siyâsi bir teşekkül oluşturmamışlardı.
Hurri, Babilcede “Mağara” demektir. Urfa bölgesinde birçok mağaranın
bulunduğu ve Hurri kentinin de bugünkü Urfa’nın yerinde bulunduğu
tahmin edilir. Ancak bu bilgi henüz teyit edilememiştir.
Bölgemizde Hurriler'e ait herhangi bir tablet ya da sanat eseri
bulunmamış olması dikkat çekicidir. Bunun sebebini de arkeolojik
kazıların Urfa'nın güney veya güneydoğusunda değil de kuzeyinde
yapılmasına bağlıyoruz.
M.Ö. 1800 yıllarında başkent Hattuşaş (Boğazköy) olmak üzere Anadolu’da
bir devlet kuran Hititler, ekonomik güçlerini arttırmak ve daha geniş
topraklara sahip olmak amacıyla Kuzey Suriye’ye seferler düzenlemişler.
Ancak daha çok Hatay bölgesine yapılan bu seferlerde bölge ahalisi
Hurriler’le karşılaşmamışlardır. Hitit Kralı i.Hattuşili (saltanatı
M.Ö. 1660-1630) Kuzey Suriye’ye yönelik son askeri harekâtı esnasında
Kargamış ve Halpa'yı (Halep) ele geçirmeye çalışırken, Hurriler’in adı
geçen kentleri savunma yönünden desteklemesi sonucu başarısızlığa
uğrayarak, geri çekilmek zorunda kalır. Bu başarısızlığın sebebi;
Hurriler’in sahip olduğu atlı arabalardır. Henüz savaşlarda atlı araba
kullanmayan civardaki topluluklar, Hurriler’in atlarla süratli bir
şekilde hücumları karşısında oldukça şaşırırlar.
Hititler’in Kuzey Suriye’ye Yayılma Faaliyetleri
I.Hattuşili’nin yerine geçen oğlu i.Murşili (saltanatı M.Ö. 1630-1600)
Kuzey Suriye’deki yayılma siyasetinin ilk hedefi olarak, önce Halep’i
ele geçirir. Bu arada Güneydoğu Anadolu bölgesindeki Hurri prensleri bu
süper güce karşı koyamayıp geri çekilirler. Halep’ten sonra Suriye’deki
Mari krallıklarını da ortadan kaldıran i. Murşili’ye artık Babil yolu
görünür. M.Ö. 1605 yılında Fırat’ı izleyerek güneye iner ve Babil
önlerine ulaşır. Bölgemizden oldukça uzakta cereyan eden ve Mezopotamya
tarihinin seyrini değiştiren bu olay sonucunda, muhteşem kent zapt ve
yağma edilerek alınan ganimetlerle Anadolu’ya dönülür.
I.Murşili’nin M.Ö. 1600 yılında öldürülmesi üzerine Hitit Krallığı'nın
bocalama dönemine girdiği görülür. Tahta geçen i.Hantili (saltanatı
M.Ö. 1600-1570) yeni askeri seferler düzenleyerek Kuzey Suriye’deki
Hitit etki alanını elde tutmaya çalışırsa da bunda başarılı olamaz.
Hurriler Anadolu’ya girerler ve kendi etkilerini arttırarak
güçlenirler, Hitit sarayını basarak Kraliçe Harapşili ile birkaç prensi
de öldürürler. Bu felâkete bağlı olarak, Hitit ülkesinde kavgalar ve
kargaşalar uzun süre devam eder.
Hurriler’in ikiye Ayrılması
Bölgemiz ahalisi Hurriler’in gittikçe güçlenerek, ırkdaşları olan
Subaru aşiretlerini de hâkimiyetleri altına alarak; batıda Akdeniz’e,
doğuda Kerkük bölgesine, güneyde ise Ken’an iline kadar yayıldıkları
görülür.
Yaklaşık M.Ö.1500-1450 yıllarında Hurriler, biri Hurri diğeri Mitanni adında iki konfederasyona ayrılırlar.
Bu dönemde Önasya’da büyük olaylar meydana gelir. Nereden geldikleri ve
kimler oldukları henüz bilinmeyen Hiksoslar (Çoban Krallar) istilâsının
bölgemizi ne derece etkilemiş olduğunu bilmiyoruz. Belki de
Hiksoslar’ın müdâhalesi sonucu Hurriler ikiye ayrılmak zorunda
kalmışlardı. Hiksoslar istilâsı; Hitit, Amurru, Assur ve Babil gibi
devletlerin de sarsılmalarına sebep olur.
BİRİNCİ BÖLÜM
A) COĞRAFİ BAKIMDAN URFA'NIN ÖNEMİ
Urfa, 30-36 kuzey enlem ve 37-40 doğu boylamları arasında yer alır.
Deniz seviyesinden 518 metre yüksekliktedir. Kuzey, batı ve güneyinde
Fırat Nehri, doğusunda ise yine Fırat’ın kollarından olan Habur irmağı
ile sınırlandırılmıştır. Doğusunda Mardin, batısında Gaziantep,
kuzeybatısında Adıyaman ve kuzeyinde de Diyarbakır ile çevrilidir.
Güneyinde ise 1921’deki Ankara Antlaşması ile çizilen 223 km’lik Suriye
sınırı bulunur.
Urfa, eski çağlardan beri doğu ile batının buluşma noktalarının en
hareketlisi ve en önemlisi olmuştur. Doğu ile batı dünyasını kültür ve
ticaret bakımından birbirine bağlayan eski ve önemli yollar sisteminin
bir düğüm noktası oluşu, bütün bu bölgede çok eskiden beri parlak bir
medeniyet seviyesine ulaşmış kentlerin kurulmasını hazırlamıştır.
Harran, Urfa, Suruç, Birecik, Samsat ve Rakka gibi, ne zaman
kuruldukları bilinmeyen kentleriyle dünya medeniyetinin en eski ve
büyük merkezlerden birini oluşturan bölgemizin eski çağlardaki ticari
ve askeri ulaşımını sağlayan yollar: Güneydoğudan kuzeybatıya doğru,
Zagros Dağları'nın eteklerini izleyerek, Dicle boyunca uzanan ve Yeni
Assur döneminde Kral Yolu adını taşıyan ana yol; Güney Mezopotamya’dan
Dicle’yi izleyerek gelip, Musul yoluyla Sincar’a, Nisibis’e (Nusaybin)
ve Râ’s el-Ayn üzerinden Harran ovasına, buradan da Fırat’ı Karkamış’ta
aşarak kuzeybatı ve güneybatıya ayrılmaktaydı İ
İçinde Kalhu, Ninova ve Dur şarrikun gibi ünlü başkentlerin bulunuşu
nedeniyle Assur Üçgeni denen ve yöreden geçen bu birinci ana yolun
dışında; Mezopotamya’nın diğer önemli yolu Fırat vadisini izleyerek
Babil’e ulaşan yoldur. Güney Mezopotamya’ya gitmek için, ilkinden daha
kısa olan bu yol; Babil, Hit, Ana ve Rakka’ya ulaştıktan sonra,Belih
suyunu izleyerek Harran ovasına gelir. Burası çeşitli yönlere ayrılan
yolların birleştiği bir yerdir. Bu yollardan biri de kuzeydoğuya gider.
Diyarbakır-Bitlis hattını izleyen bu yol, Güneydoğu Toroslar’ı Bitlis
Geçidi üzerinden atlayarak Van Gölü yöresine kadar uzanır. Kuzeye giden
yol ise, muhtemelen Assur Koloni Çağı’nın geç döneminde de kullanılmış
gibi görünen ve Ergani-Maden Geçidi aracılığıyla Elazığ ve Malatya
bölgelerine ulaşan karayolu sistemidir.
Harran’dan kuzeybatıya giden yol, Yeni Assur kralları tarafından
kullanılmış, Fırat’ı Zeugma (Birecik) ya da daha kuzeydeki Samosata’da
(Samsat) aşarak Que (Kilikia), Tabal ve son olarak Orta Anadolu’ya
uzanmaktaydı.
Harran’dan güneye giden bir diğer yol ise; Rakka üzerinden, bir
taraftan Halep, diğer taraftan Palmira (Tedmur) yoluyla şam’a ve oradan
da Tyr yanında Akdeniz’e ulaşıyordu.
B) BÖLGEDE İLK YER ADLARI
M.Ö. 2300 yıllarına ait Ebla tabletlerinde Harran'ın en eski ismine
“Haranki“ olarak rastlıyoruz. Bu isim, Assurca “karayolu, yol, patika,
yolculuk, iş seyahati, akın ve ordu“ anlamlarında kullanılmıştır.
Ebla tabletlerinden sonra, M.Ö. 1500 yıllarına ait Mari tabletlerinde
Harran’ın ismi, “Haranimki“ ve "Kaskalnimki“, Eski Babil dönemi
belgelerinde “Harranum“ ve “Kaskal“, Hitit Krallığı dönemine ait
Boğazköy metinlerinde “Harrana“ ve “Kaskalni“, Yeni Assur belgelerinde
ise, “Harrana“, “Harrânî“ ve “Harranu“ biçimlerinde geçmektedir.
Bölgemizin en eski adı, Hititçe çivi yazılı tabletlerde geçen ve M.Ö.
1500 yıllarına ait olan “Hur Ülkeleri“ adıdır. Bölgenin kuzeydoğusunda
Alşe, kuzeyinde işşuva, güneybatısında ise Aştata ülkeleri bulunuyordu.
İKİNCİ BÖLÜM
Urfa'nın 20 km. doğusundaki Örencik Köyü yakınlarında bulunan Göbekli
Tepe'de 1996 yılında başlayan ve önümüzdeki yıllarda da devam edecek
olan arkeolojik kazılarda, dünyanın ilk tapınak tepesi tespit
edilmiştir. Elde edilen bulguların Cilali Taş Devri'ne (M.Ö. 9000'lere)
ait olduğu tarihlenmiştir. Buna göre Urfa, şu anda 11000 yıllık bir
tarihe sahiptir. Adı geçen yerdeki kazıların sona ermesinden sonra
belki bu tarih daha da eskilere gidecektir.
Bu yazımızda, M.Ö. XXV. yüzyıldan başlayarak, çivi yazılı kaynaklar göz
önünde bulundurulmak suretiyle Urfa'nın yaklaşık 4500 yıllık yazılı bir
tarihi özetlenmiştir. Göbekli Tepe hakkındaki geniş bilgi, kitabın
Mimari bölümünde verilmiştir.
I) EBLA KRALLIĞI DÖNEMİ (M.Ö. XXV. yy.)
Ele geçen en eski belgelere göre; Urfa bölgesi kısmen M.Ö. XXV.
yüzyılda Kuzey Suriye’de Halep yakınlarında kurulmuş Ebla Krallığı’nın
hâkimiyetine girmiştir. Bizce bölgenin tarihini de şimdilik bu dönemden
başlatmak gerekir.
M.Ö. 2500 yıllarına ait Ebla Krallığı’nın merkezi Ebla'da (Tell
el-Mardikh) yapılan arkeolojik kazılarda bulunan çivi yazılı
arşivlerde, adı geçen krallığa bağlı olarak, Harran’ın bu dönemde
Zugalum adındaki bir kraliçe tarafından yönetildiğini görmekteyiz.
Bu dönemde Urfa’nın durumunu veya adını şimdilik bilemiyoruz. Bununla
birlikte tabletlere göre, Kuzey Suriye’de geniş ve işlek bir ticaret
ağı bulunuyordu. Ancak bölgenin en eski tarihi dönemine ait elimizdeki
bilgiler şimdilik çok azdır.
II) AKKAD KRALLIĞI DÖNEMİ (M.Ö.XXIII. yy-XXI. yy.)
Mezopotamya tarihinde kurulmuş ilk devlet olan Akkad Krallığı (M.Ö.
2350-2150), gittikçe güçlenerek Kuzey Suriye, Güneydoğu Anadolu ve
Kilikya bölgelerini bir dönem hâkimiyeti altında tutmuştur.
Akkad Kralı I.Sargon (saltanatı M.Ö. 2340-2284), Amanos ve Toroslar’a
doğru bir sefer düzenlerken bölgemizin de içinde bulunduğu Kuzey
Suriye’yi ele geçirerek, Akkad Krallığı’nın hâkimiyetine katmıştır.
Sargon’dan bir süre sonra, tahta geçen torunu Naram-Sin'in (saltanatı
M.Ö. 2260-2220) Kuzey Mezopotamya’daki Subartu (Irmaklararası; Fırat
ile Dicle arası olup daha çok Kuzey Suriye’yi ifade eder) ülkesini
çeşitli düşman unsurlara karşı savunduğu görülür. Ona ait kitabeli bir
bazalt zafer steli de Diyarbakır’ın Pir Hüseyin köyünde bulunmuştur.
Urfa merkez Konuklu (Kazane) Köyü'nde yapılan kazılarda, ilk Tunç Çağı
tabakasında bulunan üç çivi yazılı tabletten ikisi, Eski Babil dönemine
ait mektup, diğeri ise Akkadça çivi yazılı olup, Akkad alfabesini
öğretmektedir. Yukarıda bahsedilen stel ve çivi yazılı tablet, Akkad
Krallığı'nın bölgemizi de hâkimiyet sınırlarına katmış olduğunu
göstermektedir.
Akkad Krallığı, iran’ın batısındaki Zagros Dağları’nda devlet kuran
Gutiler’in istilâsı ile başlayan savaşlar neticesinde yaklaşık M.Ö.
2150 yılında tarihe karışır.
III) III. SUMER-UR HANEDANİ VE ESKİ BABİL KRALLIĞI DÖNEMI (M.Ö.XXI-?)
Kaynaklara göre Akkad döneminden sonra,, bölgemizi de içine alan
Anadolu'nun bir kısmı, III.Sumer-Ur Hanedanı (M.Ö. 2060-1960)'nın
hâkimiyetine girmişti. Anadolu ve bölgemiz ahalisi bunların
kültürlerinden oldukça etkilenmişler ve yazılarını bile
kullanmışlardır.
Eski Babil Krallığı'nın ünlü Kralı Hammurabi'nin (saltanatı M.Ö.
1728-1686), Mari (Tell Hariri, Suriye’de Fırat üzerinde) bölgesiyle
Assur ili de dahil olmak üzere, bütün Subartu’yu, Elam’ı ve civardaki
bütün ülkeleri zaptettiği bu başarısının kendisine, “Sümer-Akkad Kralı,
Dört iklim Hükümdârı ve Cihan imparatoru“ gibi ünvanları kazandırdığı
bilinir. Maalesef bu döneme ait bilgilerimiz de çok azdır.
IV) HURRİ-MİTANNiLER VE HiTiT KRALLiKLARi DÖNEMi (M.Ö. 2000-1270)
Güneydoğu Anadolu’nın En Eski Ahalisi Hurriler
Hurriler, M.Ö. 2000 yıllarından itibaren, kuzeyde Kafkaslar’dan,
güneyde Suriye ve Yukarı Mezopotamya’ya, batıda Toroslar’dan, doğuda
iran’daki Zagros Dağları’nın ötesindeki Urmiye Gölü’ne kadar uzanan,
oldukça geniş bir coğrafik alana yerleşmişlerdi. Ancak, bu tarihlerde
henüz siyâsi bir teşekkül oluşturmamışlardı.
Hurri, Babilcede “Mağara” demektir. Urfa bölgesinde birçok mağaranın
bulunduğu ve Hurri kentinin de bugünkü Urfa’nın yerinde bulunduğu
tahmin edilir. Ancak bu bilgi henüz teyit edilememiştir.
Bölgemizde Hurriler'e ait herhangi bir tablet ya da sanat eseri
bulunmamış olması dikkat çekicidir. Bunun sebebini de arkeolojik
kazıların Urfa'nın güney veya güneydoğusunda değil de kuzeyinde
yapılmasına bağlıyoruz.
M.Ö. 1800 yıllarında başkent Hattuşaş (Boğazköy) olmak üzere Anadolu’da
bir devlet kuran Hititler, ekonomik güçlerini arttırmak ve daha geniş
topraklara sahip olmak amacıyla Kuzey Suriye’ye seferler düzenlemişler.
Ancak daha çok Hatay bölgesine yapılan bu seferlerde bölge ahalisi
Hurriler’le karşılaşmamışlardır. Hitit Kralı i.Hattuşili (saltanatı
M.Ö. 1660-1630) Kuzey Suriye’ye yönelik son askeri harekâtı esnasında
Kargamış ve Halpa'yı (Halep) ele geçirmeye çalışırken, Hurriler’in adı
geçen kentleri savunma yönünden desteklemesi sonucu başarısızlığa
uğrayarak, geri çekilmek zorunda kalır. Bu başarısızlığın sebebi;
Hurriler’in sahip olduğu atlı arabalardır. Henüz savaşlarda atlı araba
kullanmayan civardaki topluluklar, Hurriler’in atlarla süratli bir
şekilde hücumları karşısında oldukça şaşırırlar.
Hititler’in Kuzey Suriye’ye Yayılma Faaliyetleri
I.Hattuşili’nin yerine geçen oğlu i.Murşili (saltanatı M.Ö. 1630-1600)
Kuzey Suriye’deki yayılma siyasetinin ilk hedefi olarak, önce Halep’i
ele geçirir. Bu arada Güneydoğu Anadolu bölgesindeki Hurri prensleri bu
süper güce karşı koyamayıp geri çekilirler. Halep’ten sonra Suriye’deki
Mari krallıklarını da ortadan kaldıran i. Murşili’ye artık Babil yolu
görünür. M.Ö. 1605 yılında Fırat’ı izleyerek güneye iner ve Babil
önlerine ulaşır. Bölgemizden oldukça uzakta cereyan eden ve Mezopotamya
tarihinin seyrini değiştiren bu olay sonucunda, muhteşem kent zapt ve
yağma edilerek alınan ganimetlerle Anadolu’ya dönülür.
I.Murşili’nin M.Ö. 1600 yılında öldürülmesi üzerine Hitit Krallığı'nın
bocalama dönemine girdiği görülür. Tahta geçen i.Hantili (saltanatı
M.Ö. 1600-1570) yeni askeri seferler düzenleyerek Kuzey Suriye’deki
Hitit etki alanını elde tutmaya çalışırsa da bunda başarılı olamaz.
Hurriler Anadolu’ya girerler ve kendi etkilerini arttırarak
güçlenirler, Hitit sarayını basarak Kraliçe Harapşili ile birkaç prensi
de öldürürler. Bu felâkete bağlı olarak, Hitit ülkesinde kavgalar ve
kargaşalar uzun süre devam eder.
Hurriler’in ikiye Ayrılması
Bölgemiz ahalisi Hurriler’in gittikçe güçlenerek, ırkdaşları olan
Subaru aşiretlerini de hâkimiyetleri altına alarak; batıda Akdeniz’e,
doğuda Kerkük bölgesine, güneyde ise Ken’an iline kadar yayıldıkları
görülür.
Yaklaşık M.Ö.1500-1450 yıllarında Hurriler, biri Hurri diğeri Mitanni adında iki konfederasyona ayrılırlar.
Bu dönemde Önasya’da büyük olaylar meydana gelir. Nereden geldikleri ve
kimler oldukları henüz bilinmeyen Hiksoslar (Çoban Krallar) istilâsının
bölgemizi ne derece etkilemiş olduğunu bilmiyoruz. Belki de
Hiksoslar’ın müdâhalesi sonucu Hurriler ikiye ayrılmak zorunda
kalmışlardı. Hiksoslar istilâsı; Hitit, Amurru, Assur ve Babil gibi
devletlerin de sarsılmalarına sebep olur.