[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Kal benimle, her ayımı ‘kutlu’ yapan, kalbimin kavında usul usul yıllanan, adı güzel, tadı güzel sevgili…
Bir tahta iskelenin üzerinde, dalgasını kalbimin duvarlarından taşıran bir göle bakarken ve sen, hayatın bütün öğrettiklerini hiçe sayan bir ilkle vücudumu taze bir kan gibi yeniliyorken, aşk ne demek, aşık olmak ne demek bunu öğreniyordum.
Sonra, kollarını bir şal gibi omuzlarıma sarıp, kendini sığınağım yapmana izin verdiğimde ve her boynumdan öpüşünde Cemal Süreya’dan gizli bir Üvercinka dinleyişimde, ömrümün sonuna dek kulaklarımda dursun dediğim içli bir hicaz makamının içine düşüyordum.
Zamanı durdurduğumuz o hayal parkında artık kendimizi unutup, bizim dışımızda kalan her şeyi salladığımız kırmızı salıncakta izlerken seni, bu dokundukça gülüşlerime taze filizler açtıran, bu baştan aşağı huzur kesilmiş adam hiç gitmesin diyordum.
Gitme! Sakin bir gece gibi bakan, sonra büyüyüp yürek kadar olan gözlerin, kalbimin korunmaya alınmış en kutsal sırrına gelip dokunuyorken…
Gitme! Hala kendine gelememiş, belki de sırasını şaşırmış mevsimler gibi öylece kalakalmış ruhumu, neredeyse kâf dağından kar bağışlayan bir mucizeyle doyuruyorken…
Sakın gitme, her ayımı ‘kutlu’ yapan sevgili…
Çünkü sen benim ‘sensizlik telafisi’ çaresizliğim… gamzelerinin yüreğimde açtığı çukurda aşk çoğaltırken, hangi pamukla sarıp sarmalasam bilemediğim, içime çekmeye kıyamadığım nefes gibisin…
Ve sana söyleyemediğim binlerce sözcüğün sesi olsun, avuçlarına akıttığım o deniz kabuğu gibi sedefli kalbim.
Eğer bir türküyse anlatacak bizi:
Evvelim sen oldun ahirim sensin!
Kal benimle, her ayımı ‘kutlu’ yapan, kalbimin kavında usul usul yıllanan, adı güzel, tadı güzel sevgili…
Bir tahta iskelenin üzerinde, dalgasını kalbimin duvarlarından taşıran bir göle bakarken ve sen, hayatın bütün öğrettiklerini hiçe sayan bir ilkle vücudumu taze bir kan gibi yeniliyorken, aşk ne demek, aşık olmak ne demek bunu öğreniyordum.
Sonra, kollarını bir şal gibi omuzlarıma sarıp, kendini sığınağım yapmana izin verdiğimde ve her boynumdan öpüşünde Cemal Süreya’dan gizli bir Üvercinka dinleyişimde, ömrümün sonuna dek kulaklarımda dursun dediğim içli bir hicaz makamının içine düşüyordum.
Zamanı durdurduğumuz o hayal parkında artık kendimizi unutup, bizim dışımızda kalan her şeyi salladığımız kırmızı salıncakta izlerken seni, bu dokundukça gülüşlerime taze filizler açtıran, bu baştan aşağı huzur kesilmiş adam hiç gitmesin diyordum.
Gitme! Sakin bir gece gibi bakan, sonra büyüyüp yürek kadar olan gözlerin, kalbimin korunmaya alınmış en kutsal sırrına gelip dokunuyorken…
Gitme! Hala kendine gelememiş, belki de sırasını şaşırmış mevsimler gibi öylece kalakalmış ruhumu, neredeyse kâf dağından kar bağışlayan bir mucizeyle doyuruyorken…
Sakın gitme, her ayımı ‘kutlu’ yapan sevgili…
Çünkü sen benim ‘sensizlik telafisi’ çaresizliğim… gamzelerinin yüreğimde açtığı çukurda aşk çoğaltırken, hangi pamukla sarıp sarmalasam bilemediğim, içime çekmeye kıyamadığım nefes gibisin…
Ve sana söyleyemediğim binlerce sözcüğün sesi olsun, avuçlarına akıttığım o deniz kabuğu gibi sedefli kalbim.
Eğer bir türküyse anlatacak bizi:
Evvelim sen oldun ahirim sensin!