Ay gizemini yitirdiği yerde, gecenin karanlığı sabahla sözleniyordu Zaman, boynu kırılmış karanfillerin gözlerinde Aheste aheste dans ediyordu Şıhları Şahları Hükümdarları Gırtlağını temizlerken kül rengi ölüm ülkesinde Ellerinde altın hançer, egemenlik mayalanıyordu Adın sallanırken hayatın soğuk salıncağında Sen suskuların kıyılara sığmayan koynunda tüketirdin direncini Mateme bürünen gözlerin daha bir derinleşirdi Saklardın dudak izlerini ağıtlı ninnilerinde Gülmek yasak Ağlamak helaldi Yarası kumral Yaprağını hüzün kemirmiş ince sızılı çiçek Acısı tarifsizdir kanarken koklanmanın Toprağın en yumuşak sessizliğinde Emilirken şah damarında kanın Adanmaların azaltmazdı adının uçurumunu Kalsan koca bir yangın Gitsen tipilere tutulurdun Sen saklardın soluğunu koynunda Susacak kadar vurulurdun Coğrafyasına kazınmış bir mezarlıkta Tohumları yeşertmek düşerdi payına Yıllanırdı yenilginin rengi Kuşanıp gelirdi buyruk, afsız hükümlere gark edilirdin Yüreğinin çatladığı yerden, celsesiz taşınırdı yitiklerin Kaybederdin suretini umutsuzluk doğuran kimliğinde Sen hep kıraçları dinlerdin Hayata ölüm dedin Ölüme hayat bu yüzdendi kendine göçerliğin Göğsünde körükleyemedin yaşama ateşini Efkarı sabırla harmanlayıp, vuslatı dağlara vurdun Ölüme alkış tutunca granit hüzünler Gözyaşında teselli, hıçkırığında yarenlik buldun Sığınacak yerin de yoktu, ağzı büyüdüğünde yalnızlığın iliklerinde sakladın yaralarını, sen yalnızca düşlerini kanattın Ki doğmamış hürriyetin geleceğine bir kurşundu bu Kül salıyordu sayfalarında tarihler, eşiklere zül salıyordu Kör çağların taş yürekli tanıklığında Egemenlik ölümsüzleşiyordu Ve tüm masallar hükümdarların ağzında Tıpkı senin gibi sessizce bitiyordu |
Join the forum, it's quick and easy