İzmir Atatürk Lisesi henüz birinci sınıfında, mektuplaştığı bir kıza yazdığı Nazım Hikmet şiirleriyle yakalanmasıyla 1941 Şubat’ında tutuklandı ve okuldan uzaklaştırıldı. Henüz 16 yaşındaydı. Üç hafta gözetim altında kaldı. İki ay hapiste yattı.
Türkiye’ nin hiçbir yerinde okuyamayacağına dair bir belge verilince, eğitim hayatına ara vermek zorunda kaldı. Danıştay kararıyla, 1944 yılında okuma hakkını tekrar kazandı. Kararın çıkması ile İstanbul Işık Lisesi’ne yazıldı. Lise son sınıftayken amcasının kendisinden habersiz katıldığı CHP Şiir Armağanı’nda Cebbaroğlu Mehemmed şiiriyle ikincilik ödülünü pek çok ünlü şairi geride bırakarak aldı. Bu ödül kendisi için kuşkusuz büyük mutluluk kaynağı olmuştu.
1946′da mezuniyetinin ardından, İstanbul Hukuk Fakültesi’ne kaydoldu. Üniversite hayatının başarılı geçen yıllarında “Yığın” ve “Gün” gibi dergilerde ilk şiirleri yayımlanmaya başladı. Hukuk Fakültesi’ndeki yüksek öğrenimini yarıda bıraktı. 1948′de ilk şiir kitabı “Duvar”‘ı kendi imkanlarıyla yayımladı.
Paris Yılları
1949 yılında, üniversite ikinci sınıftayken Nazım Hikmet’i kurtarma hareketine katılmak üzere ilk kez paris’e gitti. Bu harekette aktif rol oynadı. Fransız toplumu ve orada bulunduğu çevreye ilişkin gözlemleri daha sonraki eserlerinde yer alan bir çok karakter ve olaya temel oluşturdu. Türkiye’ye geri dönüşünde sıklıkla başı polisle derde girdi. Sansaryan Han’daki sorgulamalar; ölüm, tehlike, gerilim temalarının işlendiği eserlerinde önemli rol oynadı. Bir kaç kez gözaltına alındı.
İstanbul - Paris - İzmir Üçgeni
1951 yılında Gerçek gazetesinde bir yazısından dolayı kovuşturmaya uğrayınca tekrar paris’e gitti. fransa’daki bu dönem, Attilâ İlhan’ın Fransızcayı ve marksizmi öğrendiği
yıllardı. 1950′li yılları İstanbul - izmir - paris üçgeni içerisinde geçiren Attilâ İlhan, bu dönemde ismini yavaş yavaş Türkiye çapında duyurmaya başladı. Yurda döndükten sonra, Hukuk Fakültesi’ne devam etti. Ancak son sınıfta gazeteciliğe başlamasıyla beraber öğrenimini yarıda bıraktı. Sinemayla olan ilişkisi nedeniyle, yine bu dönemde, 1953′te Vatan gazetesinde sinema eleştirileri yazmasıyla başladı.
“Çoğu zaman üç beş kişi için yazdığımızı sanırız,
onlar bizi okumazlar. Asıl seslendiklerimiz,
hiçbir zaman tanımayacağımız, başka üç beş kişidir.”
Atilla İLHAN
Sanatta Çok Yönlülük
1957′de gittiği Erzincan’da askerliğini yaptıktan sonra, tekrar İstanbul’a dönüş yapan Attilâ İlhan, sinema çalışmalarına ağırlık verdi. Onbeşe yakın senaryoya Ali Kaptanoğlu adıyla imza attı. Sinemada aradığını bulamayınca, 1960′ta paris’e geri döndü. sosyalizmin geldiği aşamaları ve televizyonculuğu incelediği bu dönem, babasının ölmesiyle birlikte yazarın izmir dönemini başlattı. Sekiz yıl İzmir’de kaldığı dönemde, Demokrat İzmir gazetesinin başyazarlığını ve genel yayın yönetmenliğini yürüttü. Aynı yıllarda, şiir kitabı olarak “Yasak Sevişmek” ve “Aynanın İçindekiler” serisinden “Bıçağın Ucu” yayımlandı. 1968′te 15 yıl sürecek evliliğini yaptı.
İstanbul’a Dönüş
1973′te Bilgi Yayınevi’nin danışmanlığını üstlenerek ankara’ya taşındı. Sırtlan Payı ve Yaraya Tuz Basmak’ı Ankara’da yazdı. 1981′e kadar ankara’da kalan yazar Fena Halde Leman adlı romanını tamamladıktan sonra İstanbul’a yerleşti. İstanbul’da gazetecilik serüveni Milliyet (2 Mart 1982 - 15 Kasım 1987) ve Gelişim Yayınları ile devam etti. Bir süre Güneş gazetesinde yazan Attilâ İlhan, 1993-1996 yılları arasında Meydan gazetesinde yazmaya devam etti. 1996 yılından 2005 yılına kadar köşe yazılarını cumhuriyet-gazetesi’nde sürdürdü. 1970′lerde Türkiye’de televizyon yayınlarının başlaması ve geniş kitlelere ulaşmasıyla beraber Attilâ İlhan da senaryo yazmaya geri dönüş yaptı. Sekiz Sütuna Manşet, Kartallar Yüksek Uçar ve
Yarın Artık Bugündür halk tarafından beğeniyle izlenilen diziler oldu.
İlk romanı “Sokaktaki Adam” yayınlandığında 10 roman yazmıştı. Bunlar hiç gün ışığına çıkmadı. Attilâ İlhan bunun sebebini bir söyleşide şöyle açıklıyor: “… bir çok roman yazdım daha önceden. Ama neden yayınlamadım? Çok akıllıca bir sebebi vardı. Çünkü biliyorum ki yazarlar ilk romanlarında kendilerini anlatırlar. O da romancılık değildir. Günlük tutmaktır.” (Düşün, Haziran 1996).
Roman serüvenine başladığında döneminin diğer yazarları daha çok yerel ve kırsal olayları, kişileri işlerken Attilâ İlhan şehir insanını Türkiye’nin yakın dönem tarihini siyasal, ekonomik ve sosyal yanlarıyla ele alan bir yapı içerisinde işliyordu. Sadece İstanbul, izmir gibi turkiye’nin büyük şehirlerini, işlediği dönemin yaşam tarzını, ekonomik ve sosyal sorunlarını kahramanlarının gözüyle yansıtmakla yetinmiyor; aynı zamanda, batı kültürünün turkiye’ye ne şekilde yansıdığını, olumlu ve olumsuz etkilerini, çizdiği karakterlerle ve avrupa’daki şehirlerle örtüşen bir yapı içerisinde irdeliyordu.
Attila İlhan, 11 Ekim 2005′te İstanbul’daki evinde hayata veda ettiğinde 80 yaşındaydı
Türkiye’ nin hiçbir yerinde okuyamayacağına dair bir belge verilince, eğitim hayatına ara vermek zorunda kaldı. Danıştay kararıyla, 1944 yılında okuma hakkını tekrar kazandı. Kararın çıkması ile İstanbul Işık Lisesi’ne yazıldı. Lise son sınıftayken amcasının kendisinden habersiz katıldığı CHP Şiir Armağanı’nda Cebbaroğlu Mehemmed şiiriyle ikincilik ödülünü pek çok ünlü şairi geride bırakarak aldı. Bu ödül kendisi için kuşkusuz büyük mutluluk kaynağı olmuştu.
1946′da mezuniyetinin ardından, İstanbul Hukuk Fakültesi’ne kaydoldu. Üniversite hayatının başarılı geçen yıllarında “Yığın” ve “Gün” gibi dergilerde ilk şiirleri yayımlanmaya başladı. Hukuk Fakültesi’ndeki yüksek öğrenimini yarıda bıraktı. 1948′de ilk şiir kitabı “Duvar”‘ı kendi imkanlarıyla yayımladı.
Paris Yılları
1949 yılında, üniversite ikinci sınıftayken Nazım Hikmet’i kurtarma hareketine katılmak üzere ilk kez paris’e gitti. Bu harekette aktif rol oynadı. Fransız toplumu ve orada bulunduğu çevreye ilişkin gözlemleri daha sonraki eserlerinde yer alan bir çok karakter ve olaya temel oluşturdu. Türkiye’ye geri dönüşünde sıklıkla başı polisle derde girdi. Sansaryan Han’daki sorgulamalar; ölüm, tehlike, gerilim temalarının işlendiği eserlerinde önemli rol oynadı. Bir kaç kez gözaltına alındı.
İstanbul - Paris - İzmir Üçgeni
1951 yılında Gerçek gazetesinde bir yazısından dolayı kovuşturmaya uğrayınca tekrar paris’e gitti. fransa’daki bu dönem, Attilâ İlhan’ın Fransızcayı ve marksizmi öğrendiği
yıllardı. 1950′li yılları İstanbul - izmir - paris üçgeni içerisinde geçiren Attilâ İlhan, bu dönemde ismini yavaş yavaş Türkiye çapında duyurmaya başladı. Yurda döndükten sonra, Hukuk Fakültesi’ne devam etti. Ancak son sınıfta gazeteciliğe başlamasıyla beraber öğrenimini yarıda bıraktı. Sinemayla olan ilişkisi nedeniyle, yine bu dönemde, 1953′te Vatan gazetesinde sinema eleştirileri yazmasıyla başladı.
“Çoğu zaman üç beş kişi için yazdığımızı sanırız,
onlar bizi okumazlar. Asıl seslendiklerimiz,
hiçbir zaman tanımayacağımız, başka üç beş kişidir.”
Atilla İLHAN
Sanatta Çok Yönlülük
1957′de gittiği Erzincan’da askerliğini yaptıktan sonra, tekrar İstanbul’a dönüş yapan Attilâ İlhan, sinema çalışmalarına ağırlık verdi. Onbeşe yakın senaryoya Ali Kaptanoğlu adıyla imza attı. Sinemada aradığını bulamayınca, 1960′ta paris’e geri döndü. sosyalizmin geldiği aşamaları ve televizyonculuğu incelediği bu dönem, babasının ölmesiyle birlikte yazarın izmir dönemini başlattı. Sekiz yıl İzmir’de kaldığı dönemde, Demokrat İzmir gazetesinin başyazarlığını ve genel yayın yönetmenliğini yürüttü. Aynı yıllarda, şiir kitabı olarak “Yasak Sevişmek” ve “Aynanın İçindekiler” serisinden “Bıçağın Ucu” yayımlandı. 1968′te 15 yıl sürecek evliliğini yaptı.
İstanbul’a Dönüş
1973′te Bilgi Yayınevi’nin danışmanlığını üstlenerek ankara’ya taşındı. Sırtlan Payı ve Yaraya Tuz Basmak’ı Ankara’da yazdı. 1981′e kadar ankara’da kalan yazar Fena Halde Leman adlı romanını tamamladıktan sonra İstanbul’a yerleşti. İstanbul’da gazetecilik serüveni Milliyet (2 Mart 1982 - 15 Kasım 1987) ve Gelişim Yayınları ile devam etti. Bir süre Güneş gazetesinde yazan Attilâ İlhan, 1993-1996 yılları arasında Meydan gazetesinde yazmaya devam etti. 1996 yılından 2005 yılına kadar köşe yazılarını cumhuriyet-gazetesi’nde sürdürdü. 1970′lerde Türkiye’de televizyon yayınlarının başlaması ve geniş kitlelere ulaşmasıyla beraber Attilâ İlhan da senaryo yazmaya geri dönüş yaptı. Sekiz Sütuna Manşet, Kartallar Yüksek Uçar ve
Yarın Artık Bugündür halk tarafından beğeniyle izlenilen diziler oldu.
İlk romanı “Sokaktaki Adam” yayınlandığında 10 roman yazmıştı. Bunlar hiç gün ışığına çıkmadı. Attilâ İlhan bunun sebebini bir söyleşide şöyle açıklıyor: “… bir çok roman yazdım daha önceden. Ama neden yayınlamadım? Çok akıllıca bir sebebi vardı. Çünkü biliyorum ki yazarlar ilk romanlarında kendilerini anlatırlar. O da romancılık değildir. Günlük tutmaktır.” (Düşün, Haziran 1996).
Roman serüvenine başladığında döneminin diğer yazarları daha çok yerel ve kırsal olayları, kişileri işlerken Attilâ İlhan şehir insanını Türkiye’nin yakın dönem tarihini siyasal, ekonomik ve sosyal yanlarıyla ele alan bir yapı içerisinde işliyordu. Sadece İstanbul, izmir gibi turkiye’nin büyük şehirlerini, işlediği dönemin yaşam tarzını, ekonomik ve sosyal sorunlarını kahramanlarının gözüyle yansıtmakla yetinmiyor; aynı zamanda, batı kültürünün turkiye’ye ne şekilde yansıdığını, olumlu ve olumsuz etkilerini, çizdiği karakterlerle ve avrupa’daki şehirlerle örtüşen bir yapı içerisinde irdeliyordu.
Attila İlhan, 11 Ekim 2005′te İstanbul’daki evinde hayata veda ettiğinde 80 yaşındaydı