Sevgili Günlük;
Sabahleyin camı açıp dışarıya bir bakınca , aklımı fıydıttırıvereyazdım. Amanıııııın, iki garış gış yağmış. Her taraf pambuk hevla gibi. Şinci ben nasıl gidecem ekmek almaya ? Amcan gitmez, bacakları sızlayomuş. Sanki ben onsekizlik kız’ım.
Amcan da(eşim) öteki odadan ünneyo:
-Gel şu zobaya bak.( Sankı eli gırık. Mürdolmayasacık adam, yaksana kendi zobanı. İncilerin mi va dökülecek ?)
Ayrı odalarda yatıyoz. Etdiyalladım deye beni goynuna almıyo. Hıh! Sankı çok meraklısıydım. Onun goynuna gireceğime sarmanla yatarım daha iyi. Hiç olmadı dili bari yok beni hırpalayacak.
Seyittim vardım odasına. Zobasını yakıverdim. Bi de ciğarasının bitip bitmediği takip etmediğim uçun bi araba azar eşitdim. Ciğara içmeden nasıl duracakmış ? Acele etmeliymişim bakkala gitmek uçun. Ondan sonacığıma geyindim kat kat kelem gibi, çıktım sokağa. Ekmek alacam, amcana ciğara alacam…Hava bi soğuk bi soğuk, yerler tamtakır buz…Açlık, gar- gış dinler mi? Yollandım fırına. Hırkam pek ince, ısıtmıyo. Varlığıyla yokluğunun fiyatı aynı. Sen, giderken giderken nasıl olduğunu anlayamadan bi baktım, ben yüzükapak( yüz üstü) yerdeyim. Trank diye bir ses oldu. Neyse ki, yumuşacık gışın üstüne düştüm. Bi yerim sızlamadı da yerimden galkamıyom ku.
Baktım ordan genç bir adam geçiyo. Ünnedim :
- Oğlum gel, elimden tut da beni galdırıver.
Adam geldi yanıma, bana arkasını döndü, cebinde eldivenlerini çıkardı, başladı geymeye. Allahallah!
Dedim ki:
- Elerim kirli değil oğlum, yerde çamur mamur yok, onun uçun hiçbi yerim killenmedi. Eldivensiz dut elimden.
Yanındaki daha genç olanı gelip tuttu elimden, kuş gibi hop deye galdırıp dikiltti beni… Sonra gulağıma fıısldadı:
- Faruk Abi kadınların elini tutmaz. Onun için eldiven giymeye çalışıyordu.
Bu lâfı eşitincesi bi depem atdı bi tepem atdı; elimden gelse herifi gucaklayıp yere yapıştıracam pehlivan gibi... Benim gibi sekzenine gelmiş garının elini dutsan nolur ? Elini bırak, mömelerini dutsan ne olur ? Ne el, ele benziyoooo; ne öteki, eski haline. Gadın görüncesi, bunların aklına - ay neydi onun adı- hıh, sekix geliyo besbelli. Ayol ben amcanızın goynuna girdiğim yok, seni ne yapayım ? Hem şinci sekix, dokuz sırası mı ? Ortalık gar, gış, soğuk.
Söylene söylene vardım fırına. Ekmekleri aldım, bakgaldan amcana ciğara dedikleri zıkkımını aldım. Düşe galka eve geldim sevgili günlük. Sıcağı görüncesi bacağım sızlamaya başladı goyur goyur. Göynüme geldi bi bulantı. Sankı bi salıncakta sallayolla beni. Öte yana beri yana gidip geldikçe, başım dönüyo fıydır fıydır. Düşmesem bari….Amcanın, “ Fatmaaaaaaaaa !” sesinnen zıp deye kendime geldim.
Ağrılarımı duymazdan geldim. Amcanızın garnını doyurdum. Dün gece odasına gidip üstünü örtmemişim, odasının ışığını söyündürmemişim . Söylendi söylendi ağzından tükürük saçarak. Yumurtasını aycık fazla gaynatmışım, çayının şekerini de eksik guymuşum diye demedik kötü bırakmadı. Ne yaptığımı ben biliyo muyum ? Düşüncesi, gafayı yere mi çarptım ne yaptım, gözlerimin önünde gara gara bulutlar çarpışıyo… Amcanın ciğarasını getir baka’m, ayağına terlik ver bak’am, beline yastık daya baka’m derken amcanın hızmatını bitirdim.
Garnım aç emme, içim istemiyo. Adamın garnı doyunca, sesi kesildi neyse ki. Gayve zamanı gelinceye gadar sesi çıkmaz yarım sehet. Ben de o yarım sehette dinlenirim artık.
Hasılı kelâm; bu dünyanın düzenini sevemedim be yavrım günlük. Çoluk çocuk gurbette, arayıp sormuyolla; bayram – seyran deyip çıkıp gelmiyolla, amcan dersen ne sesimi duyuyo ne derdimi dinleyo. Bana bakan penceresi kapalı. İyi ki sen varsın. Bi ta(daha) dünyaya gelirsem….Ne gelmesi be, ne gelmesi, anamın garnında ıscacık yatacam. Ordan çıkmayacam …Ne koca ilâzım bana, ne evlât. Hepsine yazıklar olsun !
Hele hele böyle ananın elinden dutup yerden galdırmayan, elini öpmeyen zihniyetin tüh suratına.
Not: Mudurnu şivesiyle yazılmıştır.
Sabahleyin camı açıp dışarıya bir bakınca , aklımı fıydıttırıvereyazdım. Amanıııııın, iki garış gış yağmış. Her taraf pambuk hevla gibi. Şinci ben nasıl gidecem ekmek almaya ? Amcan gitmez, bacakları sızlayomuş. Sanki ben onsekizlik kız’ım.
Amcan da(eşim) öteki odadan ünneyo:
-Gel şu zobaya bak.( Sankı eli gırık. Mürdolmayasacık adam, yaksana kendi zobanı. İncilerin mi va dökülecek ?)
Ayrı odalarda yatıyoz. Etdiyalladım deye beni goynuna almıyo. Hıh! Sankı çok meraklısıydım. Onun goynuna gireceğime sarmanla yatarım daha iyi. Hiç olmadı dili bari yok beni hırpalayacak.
Seyittim vardım odasına. Zobasını yakıverdim. Bi de ciğarasının bitip bitmediği takip etmediğim uçun bi araba azar eşitdim. Ciğara içmeden nasıl duracakmış ? Acele etmeliymişim bakkala gitmek uçun. Ondan sonacığıma geyindim kat kat kelem gibi, çıktım sokağa. Ekmek alacam, amcana ciğara alacam…Hava bi soğuk bi soğuk, yerler tamtakır buz…Açlık, gar- gış dinler mi? Yollandım fırına. Hırkam pek ince, ısıtmıyo. Varlığıyla yokluğunun fiyatı aynı. Sen, giderken giderken nasıl olduğunu anlayamadan bi baktım, ben yüzükapak( yüz üstü) yerdeyim. Trank diye bir ses oldu. Neyse ki, yumuşacık gışın üstüne düştüm. Bi yerim sızlamadı da yerimden galkamıyom ku.
Baktım ordan genç bir adam geçiyo. Ünnedim :
- Oğlum gel, elimden tut da beni galdırıver.
Adam geldi yanıma, bana arkasını döndü, cebinde eldivenlerini çıkardı, başladı geymeye. Allahallah!
Dedim ki:
- Elerim kirli değil oğlum, yerde çamur mamur yok, onun uçun hiçbi yerim killenmedi. Eldivensiz dut elimden.
Yanındaki daha genç olanı gelip tuttu elimden, kuş gibi hop deye galdırıp dikiltti beni… Sonra gulağıma fıısldadı:
- Faruk Abi kadınların elini tutmaz. Onun için eldiven giymeye çalışıyordu.
Bu lâfı eşitincesi bi depem atdı bi tepem atdı; elimden gelse herifi gucaklayıp yere yapıştıracam pehlivan gibi... Benim gibi sekzenine gelmiş garının elini dutsan nolur ? Elini bırak, mömelerini dutsan ne olur ? Ne el, ele benziyoooo; ne öteki, eski haline. Gadın görüncesi, bunların aklına - ay neydi onun adı- hıh, sekix geliyo besbelli. Ayol ben amcanızın goynuna girdiğim yok, seni ne yapayım ? Hem şinci sekix, dokuz sırası mı ? Ortalık gar, gış, soğuk.
Söylene söylene vardım fırına. Ekmekleri aldım, bakgaldan amcana ciğara dedikleri zıkkımını aldım. Düşe galka eve geldim sevgili günlük. Sıcağı görüncesi bacağım sızlamaya başladı goyur goyur. Göynüme geldi bi bulantı. Sankı bi salıncakta sallayolla beni. Öte yana beri yana gidip geldikçe, başım dönüyo fıydır fıydır. Düşmesem bari….Amcanın, “ Fatmaaaaaaaaa !” sesinnen zıp deye kendime geldim.
Ağrılarımı duymazdan geldim. Amcanızın garnını doyurdum. Dün gece odasına gidip üstünü örtmemişim, odasının ışığını söyündürmemişim . Söylendi söylendi ağzından tükürük saçarak. Yumurtasını aycık fazla gaynatmışım, çayının şekerini de eksik guymuşum diye demedik kötü bırakmadı. Ne yaptığımı ben biliyo muyum ? Düşüncesi, gafayı yere mi çarptım ne yaptım, gözlerimin önünde gara gara bulutlar çarpışıyo… Amcanın ciğarasını getir baka’m, ayağına terlik ver bak’am, beline yastık daya baka’m derken amcanın hızmatını bitirdim.
Garnım aç emme, içim istemiyo. Adamın garnı doyunca, sesi kesildi neyse ki. Gayve zamanı gelinceye gadar sesi çıkmaz yarım sehet. Ben de o yarım sehette dinlenirim artık.
Hasılı kelâm; bu dünyanın düzenini sevemedim be yavrım günlük. Çoluk çocuk gurbette, arayıp sormuyolla; bayram – seyran deyip çıkıp gelmiyolla, amcan dersen ne sesimi duyuyo ne derdimi dinleyo. Bana bakan penceresi kapalı. İyi ki sen varsın. Bi ta(daha) dünyaya gelirsem….Ne gelmesi be, ne gelmesi, anamın garnında ıscacık yatacam. Ordan çıkmayacam …Ne koca ilâzım bana, ne evlât. Hepsine yazıklar olsun !
Hele hele böyle ananın elinden dutup yerden galdırmayan, elini öpmeyen zihniyetin tüh suratına.
Not: Mudurnu şivesiyle yazılmıştır.