Ahmed Sârbân hazretlerinin çok huysuz ve geçimsiz bir hanımı vardı. Efendisini görmeye gelenlere içeriden; "Siz bu heriften ne meded umuyor ve ne hayır bekliyorsunuz. Sizin işiniz yok mu?" diyerek bağırırdı.
Birgün Şeyhin talebeleri hem bu durumu düşünüyor hem de birbirleriyle şöyle konuşuyorlardı. "Acaba nasıl oluyor da Şeyhimiz böyle bir hanımla yaşayabiliyor, bir arada geçinebiliyor?" Onların bu düşüncelerini anlıyan Şeyh hazretleri şu cevâbı verdi:
"Dostlarım!Mesele sizin zannettiğiniz gibi değildir. Benim böyle bir kadına tahammül etmem, nefsânî bir hevesten değildir. Bu bizim talebelerimize verdiğimiz bir derstir. Maksat, çirkin huylu insanlarla da iyi geçinmektir. Sizin elinizdeyse nefsinizi içinizden atın bana öyle gelin. İşte bu kadar."
Ahmed Sârbân hazretleri ömrünün sonuna kadar o kadının yaptığı eziyetlere katlandı. 1545 (H.952) yılında vefât etti. Doğum yeri olan Hayrabolu'da adına yaptırılan türbenin hazîresine defnedildi.
Ahmed Sârbân hazretlerinin hanımı, beyinin kıymetini vefâtından sonra anladı. Şeyh hazretlerinin mezar taşına bir yastık gibi başını koyarak gece-gündüz; "Ah ah! Yazık çok yazık ki, ben senin kadrini, kıymetini bilemedim." diyerek ağlardı.
Birgün Şeyhin talebeleri hem bu durumu düşünüyor hem de birbirleriyle şöyle konuşuyorlardı. "Acaba nasıl oluyor da Şeyhimiz böyle bir hanımla yaşayabiliyor, bir arada geçinebiliyor?" Onların bu düşüncelerini anlıyan Şeyh hazretleri şu cevâbı verdi:
"Dostlarım!Mesele sizin zannettiğiniz gibi değildir. Benim böyle bir kadına tahammül etmem, nefsânî bir hevesten değildir. Bu bizim talebelerimize verdiğimiz bir derstir. Maksat, çirkin huylu insanlarla da iyi geçinmektir. Sizin elinizdeyse nefsinizi içinizden atın bana öyle gelin. İşte bu kadar."
Ahmed Sârbân hazretleri ömrünün sonuna kadar o kadının yaptığı eziyetlere katlandı. 1545 (H.952) yılında vefât etti. Doğum yeri olan Hayrabolu'da adına yaptırılan türbenin hazîresine defnedildi.
Ahmed Sârbân hazretlerinin hanımı, beyinin kıymetini vefâtından sonra anladı. Şeyh hazretlerinin mezar taşına bir yastık gibi başını koyarak gece-gündüz; "Ah ah! Yazık çok yazık ki, ben senin kadrini, kıymetini bilemedim." diyerek ağlardı.