Bir Aşkın Hikayesi '' Şirler Bile'' |
Yavuz Sultan Selim Han Osmanlı padişahları arasında sade yaşayışı, övülmekten, iltifattan, debdebeden hoşlanmayan tavırlarıyla ilk bakışta dikkat çeken bir hükümdardır. Karakterinin sertliğinden dolayı “Yavuz” ve şehzadeliğinden beri “Selim Şah” olarak tanınan Sultan Selim, celalli, arslan yürekli, korkusuz, gözü pek bir hükümdar olarak tarihe geçmiştir. 8 yıl süren saltanatında at sırtından inmemiş cihanı dize getirmiş fakat küçük bir şirpençe (çıban) ye yenik düşmüştür. Büyük Hükümdar Eylül 1520’de vefat etmiştir. [Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]Göçmüştür bu dünyadan göçmesine ama ardında, aslanları karşısında titreten bir nam ve büyük umarsız bir aşk hikayesi bırakmıştır. Cihan Padişahı Yavuz Sultan Selim, Sam yakınlarında otağını kurdurarak burada üç ay kadar kalmıştı. Bir Türkmen kızı da, zaman zaman padişahın çadırına gelerek, otağın temizlik islerini yapar, hünkâr çadırını tertibe ve düzene sokarak sıradan gündelik islerle meşgul olurmuş. Türkmen Kızı yine bir sabah temizlik için geldiğinde, Sultan Selimi tam çadırdan çıkarken görür. Selimin sükuneti, Yavuzun kudreti, Hanın gözleriyle karşılaşınca, Türkmen güzelinin gönlü sultana, su gibi aniden akıvermiş, gönlünü kaptırmış ona. Bir anlık bir bakıştı o ama asla unutamadı Türkmen Kızı. -Hani kalbin, her an bir halden başka bir hale geçmesi, gibi anlamları da vardır ya- Zamanla kalbinin içini, ince bir sizi sarmış genç kızın ve başlamış kalbi için için göynümeye. Gündelik işler arasında bir gün, gözü, hünkâr çadırının direğine ilişmiş. Direğin üst kısmına askın gücü ona, söyle bir satir yazma cesareti vermiş: 'Seven insan neylesin” Pişmalık tereddüt ve korkuyla bakmış yazdığına ama silememiş eli varmamış hayatındaki cevapsız soruların özüymüş çünki bu yazı. Yavuz Sultan Selim, otağına yorgun bedenini dinlendirmeye geldiğinde, birden direkteki yazıyı fark etmiş,” Bu da ne ola ki” diyerek uzun bir muhakemeden sonra, bir vehim ve bin endişe derken… Almış eline kalemi söyle bir satir da o düşmüş ayni direkteki dizenin altına. ' 'Hemen derdin söylesin.” Türkmen kızı, ertesi gün gelip baktığında otağın direğine, sevincinden ağlamış, o küçücük kalbi heyecandan göğsüne sığmaz olmuş, yer de onun olmuş âdeta gök de… Fakat koskoca cihan sultanına ilân-i askta bulunmanın, ateşle oynamak, ateş girdabına bilerek atlamak gibi ölümcül bir tehlikesi de varmış. “Varsın olsun bu ask, buna değer diye düşünmüş.” Aldığı mesajı heyecanla hemen cevaplandırmaktan kendini alamamış ama yine de içinde bir korku kurdu varmış ki genç güzelin, yüreğini her gün diş diş, burgu burgu kemiren... Askın gücü, zoru ve korkuyu nefes nefes yasayan o gencecik yüreğin imdadına yetişmiş derhâl. Bir satır daha yazmış ayni direğe “Ya korkarsa neylesin” Yavuz sultan selim, aksam, çadıra döndüğünde, not düştüğü direkteki satır gelmiş aklına. Bakmış ve okumuş ki aşkın, heyecanın ve korkunun karıştığı, tezat dolu sözcüklerin buluştuğu satırlar, bir mızrak gibi durmakta karsısında. Hemen o satirin altına bir mısra daha eklemiş, aska yenik düsen koca padişah: 'Hiç korkmasın söylesin.” Bir aşkın buluşan, karmaşık ve bulanık duyguları şöyle dizilmiş direğin üzerine: Seven insan neylesin Hemen derdin söylesin Ya korkarsa neylesin Hiç korkmasın söylesin Sabahın olmasını sabırla beklemiş padişah. Seher vakti sırdaşı Hasancan’ı çağırtmış, derhâl bir emir vererek: ” Biz dahi merak edip onu görmek isteriz tiz elden bu kızı huzura getirin.” Emir derhâl yerine getirilmiş Türkmen kızı padişahın huzuruna getirilmiş. Ahu gözlü, endamı hoş, âlimli, nazenin, ceylân gibi bir kız karşısında duruyormuş hünkarın. Üç eteği sırma işleme, başı Türkmen işi yazmalı, yazmasının ucu pembe oyalı, endamı fidandan narince, boyu gül ağacı misali küçücek, alımlı, edalı bir kız. Gözleri ürkek bir ceylanı andıran, kirpikleri ok misali adamın yüreğini vuran, yüzü ay gibi gönlü buran Türkmen kızı. Yavuz Sultan Selime bakmışlar etraftakiler hiç konuşmamış Yavuz, hiç birşey sormamış etrafındakilerin yüzüne bile bakmadan "tiz kurulsun düğün alayı" buyruğu yankılanmış oba da bir anda. Hünkârın emriyle derhâl bir düğün alayı tertip edilmiş. Eğlenceler, yemeler içmeler… Üç gün üç gece şenlikler yapılmış töre gereğince. Düğünün son gecesi, sırlarla dolu bu aşkın bilmecesi kader-i ilâhî tarafından çözülmüş, Çözülen bu kara baht çıkınından yayılan acı haber, şaşkına çevirmiş herkesi, yer gök âdeta üzüntüye, mateme boğulmuş. Ahu gözlü Türkmen dilberinin ”Selim” diye çarpan saf ve küçük yüreği, bu büyük cihan sultanin aşkındaki sırrı kaldıramamış ve birden duruvermiş. O çadırın direği, bu olayın canlı fakat ketum şahidi olmuş asırlardır. Bu dünya hayatında vuslat nasip olmadığı gibi o gencecik yüreğe, fani âlemde bir çare de bulunamamış. Hekimler biçare, lokmanlar şifasız ecza sürmüşler bu acıya. Bu hazin gönül çarpılmasının ve gönül yangınının sonunda derler ki: “ Koca hünkâr, ağlamış” ve Türkmen kızına yaptırdığı mezarın mermer tasına, su dörtlüğü yazdırmış. Merdim-i dideme bilmem ne füsun etti felek Girmemi hun eşkimi füzun etti felek Şirler pençe-i kahrımdan olurken lerzan Beni bir gözleri ahuya zebun etti felek. Koca çınar devrilmiştir artık, dünyaya, askın gücünün karsısındaki çaresizliğini en güçlü orduları yenen koca hünkâr yukarıdaki şiirle anlatır. (Şiirin meali: ” Bilmem ki gözlerime felek nasıl bir büyü yaptı ki Gözyaşımı kan içinde bıraktı, aşkımı artırdı Benim pençemin (gücümün) korkusundan aslanlar( bile) titrerken, Felek beni bir ahu gözlüye esir etti.) Hikaye bittimi dersiniz! Hayır. Aslında burda anlattıklarımız bir şirpençe hikayesinin ortası. Bunun bir başlangıcı birde sonu var. Nasipse bir başka yazıda paylaşırız. Adem Kocatürk. |